Paylaş
Pazar günkü kongreden sonra herhangi bir kuşkuya yer kalmadı. Sadakatsizliğe dair bütün kuruntular, vehimler, vesveseler boş çıktı.
Kabine de dün ilk toplantısını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yaparak ‘yüksek sadakat kabinesi’ niteliğini tescilledi.
Sadakat eksikliğinden, inanç zayıflamasından duyulan şüphe, kesin bir biçimde izale edilmiş oldu.
Sadakat ispatı tamam olduğuna göre... İktidar partisinden, kendi akıbetiyle daha fazla meşgul olmayı bırakıp hepimizin akıbetini ilgilendiren meselelere konsantre olmasını beklemek hakkımız.
AK Parti’nin önünde iki acil sorun duruyor.
Biri terörün bertaraf edilmesi. Diğeri ise çivisi çıkan Anayasa nizamını tekrar rayına oturtmak.
Gelenler sadık da gidenler sadakatsiz miydi derseniz, değillerdi tabii.
Ama ‘lidere sadakat’in en belirleyici olduğu yerde ‘sadakatini gösterme’ konusundaki çekingenlik, tutukluk ya da tereddüt geçirme filan ‘düşük sadakat’ sayılabiliyor.
Yüksek sadakat ilişkisi, en küçük bir şek, şüphe ve tereddüt kaldırmaz.
AK Parti kongresi, tereddütsüz sadakatin nasıl olması gerektiğini Bekir Bozdağ’ın sıkı yönetim ve gözetimi altında sergiledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mesajını esas duruşta, huşu içinde dinletmek de bunun emsalsiz örneklerinden biri olarak kayıtlara geçti.
Sonuçta, yüksek sadakati test edilmiş bir parti ve kabine söz konusu.
Sadakat gerilimi bittiğine göre, iktidardaki rahatlamanın topluma da yansıması, Edirne’den Kars’a hızla bütün memleket sathına yayılması, hepimizin bundan hisse alması icap etmez mi?
Toplumu rahatlatmaya hangi sırayla nereden başlanacağı belli.
Acil işler listesinde birinci öncelik terörün geriletilmesi.
İkincisi ise oluşturulan fiili durumun bir an önce hukuki bir çerçeveye oturtulması.
Gecikmenin demokratik düzene maliyeti, tahribatıyla birlikte her geçen gün biraz daha büyüyor.
Herhalde kurum ve kurallarıyla oynana oynana aşındırılmış, dikiş tutmayacak hale getirilmiş bir demokrasiyi, kimse siyasi miras bırakmak istemez.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, fiilen partili Cumhurbaşkanı konumunda. Uygulamada hükümetin de partinin de başı, pratikteki lideri.
Bu yetkinin tek dayanağı ise doğrudan halk tarafından seçilmiş olması.
Fakat bunun yol olmaması, yanlış bir çığır açmaması nasıl sağlanacak?
AK Parti, Erdoğan’dan sonrasını da hesaba katma sorumluluğuyla karşı karşıya.
Ya daha sonra seçimle gelecek olanlar da kendi fiili kurallarını koymaya kalkarlarsa?
Seçimle gelmenin anayasa üstü bir konuma taşımayacağını, kural dışı hareket etme hakkı vermeyeceğini nasıl göstereceksiniz?
Ayrıca yazılı kuralları fiili duruma uydururken başkanlığın, çift başlılığın alternatifi olmadığını da dikkate almak zorundasınız.
Başkanlık modellerinin tek başlılık getirmediği, aksine birden çok başlılığa dayandıkları inkâr edilemez.
Gücün tek elde toplandığı yönetim biçimlerine neden ve niçin demokrasi denmediği, izaha muhtaç mı?
Demokratik başkanlık rejimlerinde, gücün erkler arasında dağıtılması, yetkilerin yerel idarelerle paylaşılması bu yüzden esas.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu an hem Meclis’teki çoğunluk grubunun lideri. Hem Meclis’in kararlarını denetleme ve onaylama makamı. Hem yargı üzerinde dolaylı ve doğrudan atama yetkilerine sahip.
Hükümeti, Meclis’i ve yargıyı bilfiil kontrol edebiliyor.
Ama Meclis’in ve yargının denetimine tabi değil. Yetki kullanıyor ama sorumlu tutulamıyor.
Erdoğan sonrası için nasıl tehlikeli bir çığır açıldığını düşünmek, en ‘tam uyumlu’ Erdoğan’cıları bile ürkütmez mi?
Denge, denetleme mekanizmalarının bir an önce kurulup güçler ayrılığının yerli yerine oturtulması onun için hayati önemde.
Başbakan Binali Yıldırım’ın yüzündeki rahatlığı bütün topluma geçirecek bir formül varsa o da budur. İşleyişi bozulanın yerine, işleyen bir demokratik nizam ve intizamı vakit kaybetmeden tesis etmektir.
Paylaş