Paylaş
Kulağa hoş gelmesine hoş geliyor.
Yalnız eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın geçenlerde yakındığı gibi olmasın sonu.
Kılıç “Her ilde bir adalet sarayımız var ama adalete güven yok” demişti.Haksız da sayılmaz, bina kalitesiyle ters orantılı gitti, o yükseldikçe adaletin kalitesi baş aşağı çakıldı.
Her ilde en az bir sahnemizin olması da olmamasından muhakkak daha iyidir. Ancak halkla buluşamadıktan sonra neye fayda?
Akıbeti, her ile bir adalet sarayı projesinin akıbetine benzemesin diye baştan yazıyorum.
Sayısal büyüklük kadar, belki daha fazla tiyatroda nitelikli büyümeye yatırım yapmak şart. Aksi halde ortaya, başıyla gövdesi orantısız gelişmiş bir hilkat garibesi çıkacağından şüpheniz olmasın. Cüce bacaklarına dev bedeni monte etmek gibi.
İçerik, oyun repertuvarı, oyuncu standardı aynı kalırken ölçek büyütmenin sakıncası burada. Halkla bağ kuramayan bir tiyatrodan her ile bir değil iki adet açsanız, kâr etmez.
Çünkü kâr amacı gütmez; gişe yapma motivasyonu, daha çok seyirci çekme gayreti taşımaz.
Hasılat derdi olmayan, işini halka satmak gibi bir derdi olmayan nasıl bağ kuracak halkla?
Her ile bir arpalık açmak, altında yan gelip yatılacak bir söğüt gölgesi açmak istemiyorsanız, mutlaka performans ve gişe kriterleri uygulamalısınız.
Sanatçıları kamçılayacak bir model kurmalısınız.
İngilizlerin National Theatre’ında da Fransızların Comedie Française’inde de gişe geliri, gideri karşılamaya yetmiyordur.
Fakat en azından masraflarını çıkarmaya motive edecek rekabetçi modeller deniyorlar.
Devletçiliği bırakmak, tüm aylıkçı sanatçıları bir sabah kapıya koymak, sokakta bırakmak demek değildir.
Devlet tiyatrolarını kapatmak; opera ve baleyi, güzel sanatları, dans topluluğu ve koroları özelleştirmek de değildir.
Ama sattığı biletin şu kadarı oranında ödenek tahsis ederek gayrete getirecek bir özerklik modeli niye olmasın?
Başbakan’ın açtığı paketi yabana atmıyorum.
Kültürel Kalkınma Eylem Planı, önemli yenilikler getiriyor.
Sigorta mağduru emektar sanatçılara sahip çıkıyor, onları elden ayaktan düştükleri ahir ömürlerinde ele güne muhtaç olmaktan kurtarmaya çalışıyor. Telif haklarını koruyacak, sömürüyü engelleyecek bir düzenleme öneriyor.
Her daldan sanatçının, son günlerini 3 kuruşa talim ederek, sefalet içinde sürünerek geçirmemesi için çözümler öngörüyor. Kadrolu, devlet memuru sanatçıların emeklilik şartlarını da iyileştiriyor.
Hepsi güzel şeyler.
Fakat sırf sanatçıya güzellik yapmaya, kıyak geçmeye, yağ çekmeye ayarlı popülist bir anlayışla hazırlandığını söylemek haksızlık olur.
Paketi değersizleştirmemek, küçümsemeye kalkmamak, hakkını dürüstçe teslim etmekle birlikte eksiğini de açık açık konuşalım.
En büyük eksiği, kültürde ve sanatta devletçi politikaları dönüştürmemesi, reformdan geçirmemesidir.
Özel tiyatrolara teşvik desteğini astronomik bir artışla iki katına çıkarması, hakikaten müthiş.Mübalağa etmiyorum, kütüphane ve müze projeleri gerçekten heyecan verici.
Fakat temel mantalite yerinde duruyor; devlet hâlâ kültürde, sanatta en büyük işveren. Nasıl daha iyi maaş garantisi, nasıl daha iyi sigorta güvencesi, nasıl daha cazip bordro-kadro ve emeklilik veririm...
Nasıl yapıp nasıl edip de doldur boşalt yöntemiyle daha çok yeni sanatçı istihdamına kapı açarım diye bakıyor.
Bu bakış bizi ne ‘partizan sanat’, ‘memur sanatçı’ ve ‘sansürcübaşı devlet’ şeytan üçgeninden kurtarır...
Ne repertuvarı güncellemeye ne de sanat üretimini canlandırmaya katkı yapar.
Oyuncu Fırat Tanış, bir yıl önce Cumhuriyet’teki söyleşisinde adını şöyle koymuştu:
“Van Devlet Tiyatrosu’nda Othello’yu izleyen Ayşe teyzenin aklında erkek terörü kalıyor mu, kalmıyor mu?... Biz buna bakalım.”
Yani halka rağmencilik yerine halka hitap etmeye çabalıyor mu, çabalamıyor mu?
Buna ne kadar zorluyor paket, soru budur.
Paylaş