Paylaş
Müstakbel başbakanın bu ilk vaadi karşısında derin bir oh çekip rahat duruşa geçen olmuş mudur?
Ağzından gayriihtiyari “Yapsa yapsa sen yaparsın, bizi bu terör belasından sen kurtarırsın” sözleri dökülen olmuş mudur?
Hiç sanmıyorum.
***
Ortada bir inandırıcılık sorunu var. Ama sorun Binali Bey’in inandırıcılığında değil.
Sorun, eski bir Genel Kurmay başkanının bile 5 kez bitirdik dediği PKK’nın bugün hâlâ var olmasında.
Sorun, kökünü kazıma vaadiyle işbaşına gelen 18 hükümete rağmen terörün hâlâ belinin kırılmamış, kökünün kazınmamış olmasında.
Sorun tam olarak Binali Bey’in, AK Parti’nin 4. başbakanı olacak olması ve partisinin de 14 yıldır iktidarda bulunması.
Vaat ettiği şey, bugünlerde her bir kulağın en çok duymak isteyeceği vaat.
Öyle, öyle olmasına ama umut ve heyecan yarattığını söyleyemiyoruz.
Terör, sonuna geldiğimizi sandığımız her noktada, gömüldüğü çukurdan çıkıveren bir hortlak gibi tekrar canlanıyor.
Farklı yöntemlerin denenmesini gerektiren çok yönlü bir mücadele.
Bu yönlerden biri de büyük ve güçlü Türkiye hayalini gerçekleştirmek.
Fakat onun için biraz da paradan konuşmamız gerekiyor.
***
Kişi başına düşen milli gelir rakamı, 10 yıldır yerinde sayıyor.
Selçuk Şirin Hürriyet’te, 11 Nisan tarihli yazısında, “Parayı konuşalım” diyerek kırık karneyle bizi yüzleştirdi.
Kişi başına düşen milli gelir 2007’de ne ise bugün de o.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da son 4-5 yıldır ekonominin patinaj çektiğini kabul etmiyor mu?
Selçuk Şirin’in analizi şu minvalde ilerliyordu.
Yüzde 4’lük büyüme rakamı bizi ancak olduğumuz yerde tutmaya yetiyor. Türkiye G-20 ülkeleri içinde kalmak istiyorsa yıllık büyümesini yüzde 5’in üzerine çıkarmak zorunda.
Bu da yeni bir kalkınma modeliyle olur.
Tarımla, turizmle, inşaatla varacağımız zenginliğin sonuna geldik. Bu saatten sonra eski usul kalkınmada ısrar etmek bizi ancak geriye götürür.
‘Yapısal reform’la büyük bir dönüşümü başlatmamız şart.
Temel özgürlüklerde, hukuk sisteminde ve eğitimde reform olmadan daha çok büyümeyi unutun...
Kısaca dediği, müteahhitlik sektörünü canlandırarak Türkiye’yi kalkındırma safhasını geçtiğimiz.
***
Binali Bey beklenen adaydı, sürpriz olmadı.
Bu kanıksama, bir avantaj. İktidar partisi, bu sayede ‘havada ikmal’ macerasını minimum sarsıntıyla atlatabilir.
Yumuşak geçişe mizacı da müsait Binali Bey’in, sakin bir kişilik. Kararlı ama kavgacı değil. Bu da bir avantaj.
Toparlayıcı olabilirse buruklukları giderebilir, tabandaki duygusal kırılmaları onarma, psikolojik dağınıklığı derleyip toparlama şansı olabilir.
Fakat asıl avantaj, hatta avantajların en kabadayısı, çift başlılık sorununun onunla tedavülden kalkmış olması.
Tamamlayıcı bir başbakanlık ile mutlak güçte bir cumhurbaşkanlığına dayalı tek başlılık modeli, hayata geçiyor.
‘Davul bende tokmak başkasında’ demeden, hem de içselleştirerek gereğini yapacak bir görev adamı Binali Bey.
Yalnız partiyi de hükümeti de birebir kumandayla Erdoğan yönetecek, siyasi işlere o karışmayacak, sembolik kalacak, teknokrat olacak, mühendis başbakanlık yapacak, bir denileni ikiletmeden verilen kararları icra edecek tarzı uzun boylu yorumlar, Binali Bey’e haksızlık.
Karar verme süreçlerine aktif olarak katılacak ama selefi gibi güçlü başbakan olmaya çalışmayacaktır. Altı üstü bu.
Söz sırası geldiğinde milletin ne diyeceği ayrı konu. Ancak ‘Reis ne derse o’ dönemine bilfiil girmiş bulunuyoruz.
Madem istesek de istemesek de girmiş bulunuyoruz, bari ceremesini çekmekle kalmayalım, avantajını da görelim.
***
Artık çift başlılığın hız kestiğinden, iktidarın elini ayağını tuttuğundan, sıçramayı yavaşlattığından, fuzuli zaman kaybettirdiğinden ya da başkaca sıkıntılarından söz edilemeyecek.
Tek başlılık deniyordu, işte Binali Bey’in ‘tam uyum’ diye selamladığı tek başlılık geldi.
Türkiye’yi uçurmanın önünde bir engel, bir ayak bağı, bir mazeret kalmadı. Haydi artık.
Paylaş