Paylaş
Ellerinde Can Dündar’la Erdem Gül’ün casusluk yaptığını kanıtlayacak bir bulgu olmadığını düpedüz kabul etti işte savcı.
Anayasa Mahkemesi’nin dediği de bundan ibaret değil miydi?
Hatırlayın...
Dündar’la Gül haksız yere alıkondukları, bu nedenle basın özgürlüklerinin de ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunmuştu.
AYM de tutuklu yargılama şartları oluşmadığı için haklarının çiğnendiği kanaatine varmıştı.
Ayrıca tutuklama kararıyla basın özgürlüğünün de ihlal edildiğine hükmetmişti.
Gerekçesi çok basitti.
Casusluk suçlamasıyla ilgili dayanakların savcılıkça ortaya konamadığını, tutuklu yargılama nedeni olarak gazete haberinden başka somut bir gerekçe sunulmadığını belirtmişti.
Neden tutuklu yargılandıklarının hukuki açıklaması yapılamadığından tutuklamanın yersizliğine karar vermişti.
Tutuklama sebebinin gazetecilikle ilgisi olmadığına dair ikna edici suç karineleri gösterilemediğinden de işlemi basın özgürlüğüne aykırı saymıştı.
Ama başına gelmedik kalmadı.
Sanki yargılama bitmiş de suçlulukları kesinleşip ömür boyu hapse çarptırılmış mahkûmları hileyle salıvermişti.
Sanki içeriden bir daha ömür billah çıkmaması, yaşadığı sürece gün yüzü görmemesi gereken müebbetlikleri tahliye etmek gibi korkunç bir cürüm işlemişti.
Sanki demir parmaklıklar ardında tutulacak çok tehlikeli suçluları, yetkilerini kötüye kullanarak sokağa salmış da ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşmalarına yol açmıştı.
Sanki adaletin elinden kurtulmalarına, yaptıklarının yanlarına kâr kalmasına fırsat vermişti, cezalarını affetmişti.
Sanki hakkın yerini bulmasını, adaletin tecellisini engellemişti.
Halbuki hepi topu, kanuni bir zorunluluk yokken sanıkların tutuklu yargılanmasının hak kaybı doğurduğunu söylemişti.
Sonunda suçlu da bulunacak olsa, kişilerin adil yargılanma hakkını savunmuştu.
Ne casusları kollamadığı kaldı ne vatan hainlerini cezaevinden salmadığı...
Paralel Yapı’ya hizmet ettiğinden girildi, üst akla uşaklığından çıkıldı.
Türkiye’ye operasyon çeken dış mihrakların içerideki maşası, ülkeye diz çöktürmek isteyen şer odaklarının uzantısı olmakla suçlandı.
Yerel mahkemenin yerine geçmekle, esasa girerek yetki gaspı yapmakla, yargılama sürecine müdahale etmekle, haddi aşmakla vesair itham edildi.
Millet ve devlet düşmanı, rejim karşıtı faaliyetlerin odağı, ulusal güvenliğe tehdit, gayri milli filan ilan edildi.
Derhal tepesine binilmeli, kapısına kilit vurulmalı, mahkeme lağvedilirken karara katılan üyelerin de yakalarından tutulup tek tek hesap sorulmalıydı.
Küfrün, hakaretin bini bir para; anasından doğduğuna pişman etme edebiyatı havada uçuştu, tehdit ve baskılar gırla gitti.
AYM Başkanı şahsen hedefe kondu, çalınmadık kara bırakılmadı, itibarıyla, haysiyetiyle oynandı, eşi benzeri görülmedik bir linç ve aşağılamaya uğradı.
Fakat onca kıyamet koparıldıktan sonra ne olsa beğenirsiniz?
AYM haklı çıktı.
Savcı, destekleyecek bir kanıtları olmadığını söyleyerek casusluk suçlamasını mevcut iddianameden düşürdü.
AYM’nin haklılığını teslim etmek değilse nedir bu?
Demek ki Paralel’in oyuncağı, düşmanların maşası, operasyoncuların kuklası, vatan hainlerinin koruyucusu, üst aklın uşağı, casusların temize çıkarıcısı, vatana ihanet edenlerin aklayıcısı olduğu için değil...
Sadece haktan ve hukuktan yana olduğu için, sadece eldeki dosya başka türlüsüne imkân tanımadığı için o kararı vermiş AYM.
Demek ki yok derken olmayan bir şeye yok demiş AYM, var olanın üstünü örtmemiş.
Artık haklılığı tescillendiğine göre, AYM’ye yapılan ayıbın hesabı da arada kaynamasın.
Bir özür borcu doğmadı mı sizce de?
Yalnız baştan uyarıyorum; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arkasına saklanarak savuşturulamaz bu borç.
Mahkemenin kararını beğenmeyip eleştirmek başka; akla gelebilecek en kirli yöntemlerle karalamaya girişmek başka.
‘Vay, demek sen ha’ diye Allah ne verdiyse saldırıya geçenler hiç kıvırmasın. Yeri gelmişken çıksın, paşa paşa özür dilesinler.
Paylaş