Hava nasıl oralarda, üşüyor musun?

Yani uzayda öylece salınıp durmak... Her şeyden haberdar, her şeyi görerek... Öylece seyretmek... İşin zor Göktürk-2

Haberin Devamı

Sevgili Göktürk-2;
Sisten bir duvarla bölündü boğazın iki yakası... Gemiler beyaz karanlığı yararak süzülüp geçiyorlar cennet bahçesinin su yolundan belli belirsiz. “Gece önce çukurlara dolar.” Böyle yazmıştı Bilge Karasu. Sisle gece kol kola, çukurlara dolmuş, ruhumuzu dizinde sallıyor bu gece... Ama sen bunları keskin gözlerinle, üstelik bizim hiçbir zaman göremeyeceğimiz bir bütünlükle görüyorsundur değil mi?
Sen ne durumdasın? Duyduk sevindik, pek güzel oturmuşsun yörüngene. Umarım yadırgamamışsındır yerini ve en kısa zamanda alışırsın oralara. Yalnızlıkla başın hoş mu? Kesif yalnızlığını kırar mı bilmem ama seninle gurur duyuyoruz. Hepimiz... ODTÜ’lü arkadaşlar da...

BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSIN?
Senin yokluğunda sevgili Göktürk-2; ilk yılbaşımızı eda ettik. Kızımla diz dize, çok müzikli, tatlı bir muhabbetle buyur ettik yeni yılı. Ayşe 8’inci sınıf öğrencisi, şimdiden aklını kurcalayan üniversite ve meslek meselesi üstüne de konuştuk. “Ne olmamı isterdin baboli?” sorusuna en sevdiği yanıtı vermeyi ihmal etmedim: “Mutlu olmanı isterim tatlım!” Bu yanıt rahatlatıyor kızımı, biliyorum. Müziğe de bilime de yatkın. İster müzisyen, ister ilahiyatçı, isterse ODTÜ’lü bıçkın bir bilim insanı adayı olsun... Yeter ki mutlu olsun. Dünyayı mutlu insanlar kurtaracak...

Haberin Devamı

ERKEN RAMAZAN...
Az önce Muhteşem Yüzyıl’ı seyrettim. İşin çok izleyemiyorsundur diye bir özet geçeyim ister misin? Sultan Süleyman, Pargalı’yı gözden çıkardı çıkaracak. Pargalı’yla Hürrem arasındaki gerilim devam ediyor. Manisa’da sancakta staj yapan Mustafa, çiçek hastalığı yüzünden kundaktaki evladını yitirdi ki; Allah düşmanımın başına vermesin. Derken; dizi mübarek ramazana girdi, erken. Böylelikle hakkında uzayıp giden “Atalarımıza ters yapılıyor” çıkışları da duruldu. Namazlar, iftarlar, sahurlar, teravihler, ramazanda İstanbul’a et ve ekmek tedariki ile ilgili denetlemeler derken, diziden nur fışkırdı. Pek güzel, pek latif. Severek izliyoruz.

“BEN ŞAİR SEVMEM”
Bir haberi okurken, şimdi aramızdan göçmüş bir yazar dostumun; “Ben şair değil, şiir severim” sözleri düştü aklıma. “Şairler değişir, dönüşür. Şiirler kalıcıdır!” demişti. Haberde değerli şair Necip Fazıl’ın merhum başbakan Menderes’ten yardım talebinde bulunduğu bir dizi mektuptan söz ediliyor. Bir vesileyle gün ışığına çıkmışlar işte. Sitemler, methiyeler, örtük tehditler, hükümet muhaliflerini tarumar etmek üzere çıkarılması öngörülen dergi ve gazete tasarıları ve örtülü ödenekten istenen bilmem kaç bin lira talepleri birbirini izliyor mektupların satır aralarında. İktidarla bu tatsız ilişki biçimi Kısakürek’le sınırlı değil. Kişisel taleplerde bulunan başkaları da var. Peyami Safa, Yahya Kemal, Hamdullah Suphi, Yusuf Ziya gibi yazar ve şairler... Sanatçının siyaset ve siyasetçiyle ilişkisi hayatla ilişkisi kadar kaçınılmaz ama iş, sanat siyasetinden gündelik siyasete çekilmeye başladığında, sanatçının kendini ve sanatını o tür siyasetten sakınması gerekir. Aksi halde günlük siyasetin sığ suları büyük sanatçıları bile boğabilir. Oscar Wilde “Sanatçı asla popüler olmaya çalışmamalı. Onun yerine halk sanata yakın olmalı” diye buyurmuş. Kulağa küpe niyetine...

Haberin Devamı

MÜSTEHCENNAME...
Bir matrak haber daha... Hatırlarsın; Chuck Palaniuk’un ‘Ölüm Pornosu’ kitabının çevirmenine dava açılmıştı da anlam vermekte zorlanmıştık ya! Daha manasızı da gerçekleşti. Kimsenin adını hatırlamayacağı bazı çok bilirkişiler Vasconcelos’un Şeker Portakalı ve Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’ını müstehcen bulmayı ve bu kitapları öğrencilerine öneren bir öğretmene soruşturma açtırmayı başardılar. Artık Robinson ile Cuma’nın bir dargın bir barışık ilişkisi, Pinokyo’nun yerli yersiz uzayan burnu, Kırmızı Başlıklı Kız’ın anneannesi zannederek de olsa kurdun yanına uzanması da mercek altına alınabilir, şaşırmamalıyız. Konjonktürün işgüzar bekçileri sansüre takla attırma istidatında sınır tanımıyorlar.

Haberin Devamı

BEN DE LENNIE’YDİM BİR ZAMANLAR

Kızımla bu hafta sonu, bizim bekçilerin müstehcen bulduğu ‘Fareler ve İnsanlar’ filminin DVD’sini izlemeye karar verdik. 1992 yapımı iyi bir roman uyarlaması.
Gary Sinise filmi yönetmekle kalmamış, Lennie
karakteriyle devleşen John Malkovich’e kamera karşısında eşlik de etmiş. Lennie’yi ben de oynamıştım Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda. Şimdi de kızıma seyrettireceğim. En azından müstehcenliğin ne olmadığını öğrensin diye.
Canım Göktürk-2; sen bizim evrendeki gözümüz kulağımızsın. Oradan bakınca ne kadar küçük, ne kadar yersiz telaşlar içinde olduğumuzu anlatsan. Daha sakin ve sevecen olmamızı sağlayacak bi’şeyler göndersen biz küçük insanlara... Bugün birbirimizi kırıp dökerek tartıştığımız sorunların yüzyıl sonra objektif bir değeri olamayacağına dair veriler toplasan uzaydan keşke.
Sis dağılıyor şiirsel bir sükûnetle. Karşı kıyının silueti seçilmeye başladı bizim yakadan. Gün göründü, şehir homurdanmaya başlayacak az sonra...
Sevgili Göktürk-2; Hava nasıl oralarda, üşüyor musun? Sana yine yazacağım insanların farelerden bile küçük göründüğü dünya zamanından. Ayağını sıcak, başını serin, antenlerini açık tut. İyilikler...

Yazarın Tüm Yazıları