Paylaş
Oğuz Atay; “Bazı insanlara sezgiler, matematiksel kesinlikte söylenmedikçe, iletilmesi mümkün değildir” diyerek dertlenmiş bir keresinde. Çamlıca’ya 30 bin kişilik cami tartışması, bana nitelikle nicelik arasında sıkça başgösteren şiddetli geçimsizliği düşündürdü bir kez daha. Sizce Ataşehir’e TOKİ’nin kondurduğu 10 bin kişilik Mimar Sinan Camii mi büyüktür, Koca Sinan’ın, bir güzel ustanın nefesinden üflenmiş bir gözyaşı şişesi gibi Tophane’den Ayasofya’ya gözkırparak yükselen Kılıç Ali Paşa Camii mi? Derim ki; taşlarına Cervantes’in de terinin damladığı söylenen Kılıç Ali Paşa Camii’nin eline su dökemez, Ataşehir’deki türdeşi. Peki; Boğaz’dan geçen bir yolcu gemisinin güvertesinde durup, şehri seyre dalmış Japon gezginin gözleri, iki yakası bir araya gelsin diye Boğaz’a iliştirilmiş, iki beton köprüye mi takılır; yoksa kavuşamamaya müebbet iki inci küpe gibi birbirini gözleyen Rumeli ve Anadolu hisarlarına mı? Algısında asılı kalan siluet hangisidir? Kulakları tırmalayan sayısal bir zafer narası mı; yoksa taşın, Sinan’ın elinde, akla ve yüreğe Ferhad’ın sevdalı nakışları gibi işleyen bir güzellik ve derinlik sarhoşluğuna dönüşmüş zarif formu mu? İşlevle zarafet bir formda buluşup karışsalar hep, saz gibi bir hayatımız olmaz mıydı? Ne dersiniz?
KÜLTÜR HERKESE AİTTİR!
Kültür kanatlıdır! Neyin sırtına iğnelerseniz iğneleyin onu alır uçurur. Sokak kültürü, futbol kültürü, okuma kültürü, Arabesk kültürü vs. André Gide; “Kültür, her şeyi okuyup unuttuktan sonra aklınızda kalanlardır” der. Ben, Gide’in önermesini; “Kültür, deneyimlerimizden süzülen ‘şey’lerin toplamıdır” şeklinde okuyorum. Kültür derken; ağzında gümüş kaşıkla doğmuş seçkinlerin bahçesinde şakıyan ve biz sıradanların dalına hiç konmayan bir acayip kuştan söz etmiyor burada André Gide. Elbette Bruegel’in bir tablosunu, çağdaşı bir diğer ressamın tablosundan ayırt edebilmek ancak kültürlü bir insanın sahip olabileceği bir ayrıcalıktır. Ya da Rus edebiyatının hatırı sayılır bir kısım yazarının, “Gogol’ün paltosunun cebi”nden çıktığını bilmek, bileni zenginleştirir. Ancak; André abinin sözünü ettiği kültür, biraz da dedenin doğduğu yerin adını unutmamak, çocuğuna belletmektir. Annenizin kendi annesinden öğrendiği ve özel günlerde pişirdiği o geleneksel ata yemeğini öğrenmek, kendi çocuğuna, torununa da pişirip yedirmektir. Kültür her yerde, her biçimde onu sahiplenmenizi bekler. Siz bakmayın
kimi kibir kumkumalarına, kültür herkese aittir. Sahiplenenin kanatlarıdır. Birileri küçümsedi ya da unutmanızı istedi diye
ondan kopmayın. Kanatlarınızdan vazgeçmeyin. Zaten insan dediğin nedir ki;
bir kan pıhtısı… Biraz da ironi…
ÜNİFORMA HANGİ DERDE DEVA?
Okullarda uygulanan Kıyafet Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikler etrafında kopan fırtınayı, yurttaş ve baba olarak izlemeye çalıştım. Başta belirteyim çocukların tektip kıyafetten kurtulmalarına sempatiyle bakıyorum. Kimi uzman ve veliler, hatta fikrini sorduğum kızım benzer kaygılar taşıyorlar; öğrenciler arasındaki sınıfsal farklardan doğan olanak ya da olanaksızlıklar iyice sırıtacak! İyi ama; öğrenciler birbirlerinin ayakkabılarına, çantalarına, saatlerine, kırtasiye ve spor malzemelerine, ulaşım şartlarına, cep telefonlarını bakarak da fark etmiyorlar mı zaten o uçurumu? Devlet; dengesiz gelir dağılımından doğan toplumsal travmaları üniformalarla örtmek yerine, travmanın nedenlerini azaltacak, uzun vadede bitirecek sosyal-ekonomik politikalar üretse, ülkemizi sevmek için bir neden daha vermiş olmaz mı yurttaşlarına? Çünkü üniformaların ayıp örtmekten başka bir derde deva
olmadığı aşikar. Üstelik çocuklarımızın zekasını küçümsemek pahasına…
EŞSİZ ‘KÖTÜ ÇOCUK’ YORUMU
Ruh hali ve özleme sıklığıma göre tekrar tekrar başvurduğum bazı film ve kitapları paylaşmam hoşunuza gider mi? Böylece tanışmasak da derin bir bağ kurabiliriz birbirimizle. Bu hafta kolay ulaşabileceğiniz bir başyapıtı, Milos Forman’ın Amadeus filmini seyretmenizi öneririm. Tom Hulce’un eşsiz ‘kötü çocuk’ yorumu belki sizi de dehayla tuhaflık arasındaki çekici benzerlik hakkında düşündürür.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim…
Paylaş