Paylaş
*
Bu soruyu kime sorsam...
Hep aynı yanıtı alıyorum:
“Neden olacak? Cahil, yoksul ve hiçbir şeyi olmayan çocuklara ‘Cennete gideceksin, orada seni yüzlerce huri karşılayacak’ deniliyor. Onlar da buna kanarak IŞİD’e katılıp kendilerini patlatıyor.”
*
Bu cevap beni hiçbir zaman kesmedi.
*
Fakat dün itibariyle...
Bu konuda beni ikna edecek cevabı buldum!
Nerede mi?
Hürriyet Pazar’da Çınar Oskay’ın Dücane Cündioğlu ile yaptığı röportajda.
*
Şöyle diyor Dücane Cündioğlu:
“Ölüme bu denli sevdalanmanın nedeni, insanca yaşama dair hiçbir umudun kalmaması... Eşini, çoluğunu çocuğunu alıp IŞİD’e katılanların ruh dünyasında, ölümde bir karşılık bulmaktan çok yaşamda bir karşılık bulamama halinin belirleyici olduğunu düşünüyorum. Neşenin yokluğu en temelde arzu yokluğuna dönüyor, arzu yokluğu haz yokluğuna, haz yokluğu ise yaşamı sürdürme güdüsünün yara almasına... Din, bu halin sadece bir ifade aracı... Kesinlikle gerekçesi değil.”
*
Muhteşem bir saptama.
Ve fena halde ikna edici...
*
Cündioğlu’nun bıraktığı yerin devamında ise şunları söylemek mümkün:
-Bakmayın siz bu insanların din iman uğruna savaşım verdiklerini söylemelerine...
-Bunlar aslında intihar eden insanlar.
-İntiharlarına dinden gerekçe üreten insanlar.
-Başka intihar edenlerden tek bir farkları var: Bunlar kendilerini öldürürken başkalarını da öldürüyor.
Bilal Erdoğan’dan özür dilemelisiniz Sayın Koç
SAKALLI, şalvarlı iki kardeş... Fatih’te ciğercilik yapıyorlar.
Ciğerleri enfes... Müşterileri her kesimden...
Kimse onların kılık kıyafetleriyle ilgilenmiyor.
Herkesin ilgilendiği tek bir şey var: Yaptıkları enfes yemekler.
*
Günlerden bir gün Cumhurbaşkanı’nın oğlu Bilal Erdoğan, salaş yerlerde enfes tatlar ararken yolunu bu ciğerciye düşürüyor.
Ciğerci kardeşler de mekânlarına gelen Bilal Erdoğan’la fotoğraflar çektiriyorlar ve bu fotoğrafları hem dükkânlarının duvarlarına asıyorlar hem de sosyal medya hesaplarında yayınlıyorlar.
*
İşte ne oluyorsa bundan sonra oluyor.
Birileri, bu fotoğrafları “İşte Bilal Erdoğan’ın IŞİD’le ilgisinin kanıtı... Bilal Erdoğan, IŞİD’lilerle...” türü başlıklarla piyasaya sürüyor.
CHP’li Haluk Koç da mal bulmuş mağribi gibi atlıyor fotoğrafların üzerine... IŞİD ile Bilal Erdoğan arasında kanıtlanmış bir belge gibi sunuyor fotoğrafları kamuoyuna.
İş o kadar büyüyor ki...
Rus medyası, bu yalanı Haluk Koç’u dayanak göstererek yayınlıyor.
*
Soruyorum:
Böyle bir durumda Haluk Koç’un ne yapması gerekir?
Hem ciğerci kardeşlerden hem de Bilal Erdoğan’dan özür dilemesi gerekmez mi?
*
Peki Haluk Koç ne yapıyor?
Bilal Erdoğan’ı es geçerek sadece ciğerci kardeşlerden özür diliyor.
*
Buradan Haluk Koç’a sesleniyorum:
Bilal Erdoğan’dan da özür dilemelisiniz Sayın Koç.
Korkmayın, çekinmeyin, özür dileyerek küçülmezsiniz.
Tam tersi asıl dilemeyerek küçülürsünüz.
İddia ediyorum: Bahçeli gidecek
“SİYASET bir iddia işidir” denir ya...
Bence köşe yazarlığı da bir iddia işidir.
*
İşimin hakkını veriyorum ve iddia ediyorum:
Devlet Bahçeli gidecek.
*
İddiamı destekleyen gerekçeler var elimde.
Arz ediyorum:
*
-Meral Akşener, Sinan Oğan, Koray Aydın... Bu üç isim, üç koldan imza topluyor ve topladıkları imza sayısı şimdiden olağanüstü kurultayı toplamaya yetecek miktarı buldu.
*
-Olağanüstü kurultay toplandığı anda... Artık MHP’de hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
*
-Partilerinin “baraj altı” kalma ihtimalini gören MHP’li delegeler, Devlet Bahçeli’ye duydukları sevgi ve hürmet ne kadar yüksek olursa olsun... Onun gidişine onay vereceklerdir. Yani delegeler Bahçeli açısından “çantada keklik” değildir.
*
-Partiye yüzde 30’ları vaat eden Akşener, Oğan ve Aydın bir tarafta... Partiye “barajın üstü”nü bile vaat edemeyen Bahçeli bir tarafta... Siz delege olsanız ne yaparsınız?
*
-Bahçeli gidecek ama yerine kim gelecek? İşte onu bilmiyorum. Akşener de, Oğan da, Aydın da olabilir.
Gülerce hakkında son birkaç şey
HÜSEYİN Gülerce denilen şahısla...
Polemik yapmak istemiyorum. Uzatmak istemiyorum. Dalaşmak istemiyorum.
Kendisine sadece şunları söyleyerek defteri kapatıyorum:
*
-Hüseyin Gülerce! Sen şu hayatta görüp görebileceğimiz en utanç verici, en pespaye itirafçısın.
-Korkmuş olabilirsin, tırsmış olabilirsin. Hatta kırk yıl içinde bulunduğun çevreden zihnen ve manen uzaklaşmış da olabilirsin. Bütün bunları anlayabiliriz.
-Ama sen ne yapıyorsun? Şunu yapıyorsun: Kırk yıl Cemaat’ten geçindiğin gibi... Şimdi de Cemaat’i gammazlamaktan geçinmeye çalışıyorsun.
-Bütün bunlar yetmezmiş gibi... Bir de etrafına çamur atıyorsun, ona buna bulaşıyorsun, ipe sapa gelmez ithamlarda bulunuyorsun. Ve yeni çevrenin gözüne girmek için bin bir takla atıyorsun.
-İşte bunu anlayamayız ve işte buna anlayışla yaklaşamayız.
-Bir kere senin, “Ben Cemaat’i tanıyamamışım, Cemaat’in tepesinde neler olduğundan haberim yoktu, yazılarımı Yalova’dan gönderiyordum” türü açıklamalarına kargalar bile gülmez.
-Sen kimi kandırdığını sanıyorsun? Memleket Cemaat’le hop oturup kalkıyordu, en ilgisiz insanlar bile Cemaat dendiğinde bin türlü söz söylüyordu, Cemaat’in yapıp ettikleri ayyuka çıkmıştı ve senin gibi adı “Cemaat’in sözcüsü”ne çıkmış, Cemaat’in yayın organında genel yayın yönetmenliği yapmış, yılda en az üç kere Pensilvanya’ya giden birinin hiçbir şeyden haberi yoktu, öyle mi?
-Cemaat’in iki numaralı ismi Mustafa Özcan için şöyle diyorsun: “Kendisiyle beş dakika görüşen onun ne olduğunu anlar.” Soruyorum: 40 yıllık Cemaatçisin, Mustafa Özcan’la beş dakika olsun görüşmen hiç olmadı mı?
-Ağarmış saçından, yaşından, başından utan... Git kendini unutturmaya bak... Daha fazla rezil olmadan...
Paylaş