Paylaş
Çıkaracağınız listede şu üç kesim olmalıdır:
BİR: Yakanlar.
İKİ: Yakanları tezgâha getirenler.
ÜÇ: Yakma fiili gerçekleşirken ihmal edenler.
Dikkat!
Bu liste, aynı zamanda “sorumlular silsilesi”ne de işaret etmektedir.
Yani çıkardığınız listede “önem derecesi”ni gözetmiş durumdasınız.
Şöyle ki:
- Bir numaralı sorumlu mevkiinde “yakanlar” var.
- İki numarada “yakanları tezgâha getirenler” var.
- Üç numarada ise “yakma fiili gerçekleşirken ihmal edenler” var.
* * *
Şimdi gelelim “hesaplaşma” meselesine...
Katliamla hesaplaşırken bir numaralı sorumlu mevkiindeki “yakanlar”ı bir tarafa bırakıp işi tamamen “yakanları tezgâha getirenler” üzerinden götürmeye çalışırsanız.
Ya da...
“Yakanlar”ı ya da “tezgâha getirenler”i atlayıp doğrudan “yakma fiili gerçekleşirken ihmal edenler”i mesele ederseniz...
Ya çok safsınızdır ya da bilerek isteyerek “bir numaralı sorumlu”yu gizliyorsunuzdur.
* * *
Kısacası size düşen:
Önce “yakanlar” meselesinin hakkını adamakıllı vermektir.
Ardından “yakanları tezgâha getirenler” üzerinde durmaktır.
Ve en sonunda sırayı “yakma fiili gerçekleşirken ihmal edenler” meselesine getirmektir.
Unutmayın:
Bu sıralamada atlama yapmak, insanlığa karşı işlenen kabahatler kapsamına girer.
Ve bu kabahatin “zamanaşımı” falan olmaz.
Gözler Dersim’deki Erdoğan’ı arıyor
BAŞBAKAN Erdoğan, “Dersim Katliamı”yla ne güzel hesaplaşmıştı!
- Hiç “ama...” dememişti.
- Lafı hiç eğip bükmemişti.
- Katliamcıları ifşa etmişti.
- Sorumluları saymıştı.
- Arşivleri açmıştı.
- Üstüne bir de özür dilemişti, olayda hiç sorumluluğu olmamasına rağmen.
* * *
Ancak...
“Dersim Katliamı” hesaplaşmasında harikalar yaratan Başbakan Erdoğan, sıra “Sivas Katliamı”na gelince başka türlü konuşmaya başladı:
- Zamanaşımının başladığı gün “vatana millete hayırlı olsun” dedi.
- “Beş kişinin zamanaşımı doldu, diğer sanıklar mahkûm oldu” diyerek olayın büyütüldüğüne dikkat çekti.
- Otelde yakılan babaların kızlarıyla değil de, oteli yakmaktan mahkûm olanların kızlarıyla empati yaptı.
- Ankara’da Adliye Sarayı’nın önünde gösteri yapanlar için “belli bir ideolojinin borazanlığını yapıyorlar” diyerek yaftaladı.
* * *
Size bir şey söyleyeyim mi?
Ben bugünlerde “Dersim Katliamı” konusunun patladığı günlerdeki Başbakan Erdoğan’ı arıyorum.
Bu tutuk, bu sürekli “ama” diyen, hep meselenin bir boyutuna dikkat çeken, katliamda can veren insanların yakınlarının hissettikleri acıya gündeminde hiç yer vermeyen Başbakan gitsin...
Yerine Dersim’deki gibi gürül gürül çağlayan Başbakan gelsin.
‘Cihat parası’ nedir?
ERBAKAN ’ın malı mülkü paylaşılırken, daha doğrusu çocukları tarafından paylaşılamazken gündeme geldi “cihat parası” kavramı...
Bazı okurlarım soruyorlar:
“Nedir bu cihat parası? Sen bilirsin... Bize bir anlatsana”.
Bildiğim kadarıyla anlatayım:
* * *
“Milli Görüş” hareketinin içinde bulunanlar, yaptıklarını bir tür “cihat” olarak görüyorlardı.
“Milli Görüş” hareketinin yayılması için ahaliden toplanan paralara işte bu yüzden “cihat parası” deniliyor.
Mesele şurada:
“Cihat parası” nerede tutulacak?
Partinin üzerine kaydedilse, rejim partileri kapatıyor ve paraya el koyuyor.
Vakıf kurulsa, rejim bu, bırakır mı, derhal vakfı da kapatıyor.
Peki çözüm?
Tek çözüm var: Parayı ve o parayla satın alınan malları, güvenilir kişilere teslim etmek.
Eh, “güvenilir kişi” deyince de hareket içinde Erbakan Hoca’dan daha güvenilir kişi olamayacağına göre paralar ve mallar Erbakan’ın uhdesine giriveriyordu.
Gerçek budur.
Zaten Erbakan gibi hayatını siyasete adamış, başka bir iş yapmamış bir siyasetçinin, Kanlıca’da yalı, iki fabrika ve trilyonlarla ifade edilen paraya sahip olması başka türlü açıklanamaz.
* * *
Şimdi anlaşılıyor ki:
Hoca’nın Hakk’ın rahmetine kavuşmasından sonra cihat paraları ve malları, Fatih Erbakan ile damat Mehmet Altınöz’ün eline geçmiş.
Büyük kız Zeynep Erbakan’a bir şey düşmemiş ya da düşürülmemiş.
Zeynep pay istiyor, damat Mehmet ile oğul Fatih ise hiçbir şey olmamış gibi yapıyor.
Olayın özü budur.
* * *
Ama iş bu noktada bitmiyor tabii...
Merak ediyorum:
- Söz konusu paranın “cihat parası” olduğu bilindiği halde, nasıl oluyor da Erbakan’ın çocukları paranın ve malların üzerine konabiliyor?
- Bu çocuklar, “dava” için toplanmış paralara nasıl oluyor da el sürmeye kalkışıyorlar? Bırakın başkalarını, bu durumu kendilerine nasıl izah ediyorlar?
- Paraya el koydukları yetmiyormuş gibi nasıl oluyor da “dava için toplanmış para” üzerinden kavga edebiliyorlar?
- Nasıl oluyor da “cihat parası” ile Kanlıca’da yalı alınıyor? Hangi maksatla? Ne tür bir amaçla?
- Ve en önemli soru: Bütün bunlar olup biterken neden “Milli Görüş” davasına gönül verenlerden hiç kimse “bu ne kepazeliktir” demiyor, diyemiyor?
Zaman yazarına açık mektup
SAYIN Hüseyin Gülerce...
Dünkü Zaman’da “Ergenekon Güç Toplarken” başlıklı bir yazı yazmışsınız.
Okuduk, istifade ettik.
Ancak anlamadığımız noktalar oldu.
* * *
Yazınızın başında diyorsunuz ki:
“Şu anda Ergenekon üç cephede birden güç toplama hamlesi başlattı. Hrant Dink davası kararına tepki, Sivas katliamı davası kararına tepki ve Nedim Şener ile
Ahmet Şık’ın tahliyeleri üzerinden kamuoyu oluşturma...”
Bu cümlelerinizi okuyunca kendi durumuma baktım:
- Hrant Dink davası kararına tepki gösterenlerin arasındaydım, yürüyüşe bile katıldım.
- Sivas katliamı davası kararına karşı üç gündür yazıyorum. Programlar yaptım.
- Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın tahliyeleri konusunda yazılar yazdım, program yaptım.
Şimdi soruyorum size: Ben “Ergenekoncu” muyum? Yoksa “Ergenekon’un oyununa gelmiş bir zavallı” mıyım?
Ya da elinizde beni ve benim gibileri koyabileceğiniz başka bir kategori var mı?
* * *
Hüseyin Bey...
Yazınızda “iddianame”yi referans göstererek Ergenekon için bir çerçeve sunmuşsunuz. Buna göre:
- Ergenekon silahlı terör örgütüdür.
- Örgütün silahı ve mühimmatı vardır.
- Danıştay suikastını bunlar gerçekleştirmiştir.
- Suikast planlarıyla ele geçirilmişlerdir.
- Silahlarla birlikte yakalanmışlardır.
- Yürütme ve yasama organlarını ortadan kaldırmaya teşebbüs etmişlerdir.
- Darbe planları yapmışlardır.
Buraya kadar hemfikiriz.
“Ergenekon”, silahtır, mühimmattır, darbe girişimidir, suikast planıdır ve bu haliyle çok tehlikeli bir yapılanmalıdır.
Ama siz işi bu noktada durdurmuyorsunuz ki!
Yine “iddianame”yi referans göstererek şu cümleyi de kuruyorsunuz: “Medyayı kullanarak örgüt kararları doğrultusunda kamuoyu oluşturuyorlar”.
İşte bu cümle devreye girdiği anda, sizinle yollarımız ayrılıyor.
Çünkü bu cümleyi devreye soktuğunuz anda kitabı da, haberi de, gazeteyi de, televizyon programını da kolaylıkla “terörist” diye yargılamanız mümkün oluyor.
Ortada hiçbir örgüt kararı olmasa da örgütün işine yaradığını düşündüğünüz her kitabı, her haberi, her programı bu cümle sayesinde “terörist faaliyet” kapsamına alabiliyorsunuz.
Yazarların, gazetecilerin, aydınların hapislere tıkılmasının temel nedeni bu...
Ergenekon davasını çökerten, inandırıcılıktan uzaklaştıran nokta da burada başlıyor.
Paylaş