Saadet Partisi’nin değişmez "Erbakan vekili" Recai Kutan Amcamız, "Holding işinin bizimle alakası yok" diye bir beyanat patlatacak, biz de "Recai Amca’ya itimadımız tamdır" diyerek "eyvallah" mı çekeceğiz?
Tamam, Recai Amca’ya itimat ediyoruz, ama salak da değiliz!
Ne kadar dürüst olursa olsun Recai Amca’nın gözü, "Milli Görüş" adı verilen "sihirli perde" ile bağlanmıştır.
Bu yüzden onun, "dava" uğruna "siyah"a "beyaz" diyeceğini ve bunu da "Allah yolunda sevap kazanmak" için yapacağını biliriz.
Silkinip "Ben ne yapıyorum böyle" demenin aklının ucundan bile geçmeyeceğinin de farkındayız.
Ne diyelim, Allah feraset nasip etsin.
Neyse...
Biz gelelim asıl konuya.
İşte buraya yazıyorum:
Bugün rezilliği ortaya çıkan şu "Avrupa’da para toplama" işinin en önemli sorumlularından biri de Erbakan Hoca’dır.
Şöyle ki:
Avrupa’da Milli Görüş camilerinde para toplayan holding temsilcileri, bu konuda icazeti bizzat Erbakan Hoca’dan almışlardır.
* * *
Hadi bir örnek üzerinden konuyu ele alalım:
Kamuoyunda "Jet Fadıl" olarak bilinen Fadıl Akgündüz’ün başlangıçta ne dincilikle, ne "Milli Görüş" ile ilgisi vardı.
Gazete ilanlarıyla pazarlamacılık yapan Fadıl Akgündüz, baktı ki Avrupa’da muazzam bir kaynak var, hemen holdingleşip Almanya’da mark avına çıktı.
Ancak Jet Fadıl’a Milli Görüş camilerinin kapısı kapalıydı.
Bunun üzerine bizim açıkgöz Fadıl, Hoca’ya gitti ve kapının açılmasını sağladı.
Ne karşılığında?
Bir yüzde mi söz konusu oldu? Yoksa yüklü bir bağış mı?
Artık o kadarını bilemiyorum.
Ancak...
Bu icazete dayanan Jet Fadıl’ın, Avrupa’daki bu tuhaf pazara, "zücaciye dükkánına girmiş fil" gibi daldığını biliyorum.
* * *
Ama Recai Amca bir konuda haklıdır:
Holdingler için toplanan paralardan doğan "icazet hakları"nın bir kuruşu bile "Milli Görüş partileri"ne gitmemiştir.
Zaten o partilere yapılan "devlet yardımları" da "Milli Görüş partileri"nin kasalarına gitmezdi ki!
Nereye mi giderdi?
Vallahi de billahi de bilmiyorum.
Ama bildiğim bir şey var:
Hepimizden daha şanslı olan "mücahit" kardeşimiz Fatih Erbakan, biz kirada otururken, Boğaz’da kale gibi korunaklı lüks mü lüks bir yalıda oturmaktadır.
Altında da envai çeşit spor Mercedes vardır.
Özel bahçıvan, birkaç koruma, hizmetçiler falan da cabasıdır.
Ferhan mazurdur
YOK, sandığınız gibi değil... Bütün içtenliğimle söylüyorum ki:
Ferhan Şensoy’un "Acele darbe istiyorum! Yarın darbe olsa çok mutlu olurum" şeklindeki sözlerinden dolayı hiç mi hiç öfkelenmedim.
"Büyükanıt darbe yapsa, sabah erkenden kalkıp davul çalıp kutlarım" cümlesine de zerre kadar takılmadım.
Çünkü...
Çoktan beridir onu mazur görüyorum.
Bir "şiraze kopukluğu", bir "denge sorunu" yaşadığının farkındayım.
Eskisi gibi güldüremiyor.
Eskisi gibi yeni bir mizah dili üretemiyor.
Eskisi gibi harikalar yaratamıyor.
Bu nedenle...
Git gide daha çok hoyratlaşıyor, daha çok nadanlaşıyor, daha çok nobranlaşıyor, daha çok faşolaşıyor!
Yani onu anlıyorum: "Mazereti var", saçmalaması bu yüzden.
Ama anlamadığım şudur:
Sadece "acil şifa" dileği iletilip kendi haline bırakılması gereken biriyle neden ikide bir röportaj yapılır ve neden defalarca "vah ki vah" çekmemize yol açılır ki?