Paylaş
“Yıkanmak istemeyen çocuklar olalım” diye kitap yazdı...
“Tek kişilik haçlı seferleri”nden söz etti...
Sigaraya vurdu kendini...
Sıkı küfür etti...
İletişimin profesörü değil, ağa babasıydı...
Öğrencilerine verdiği en şahane dersi, “Hayatının öznesi ol” cümlesine gizledi...
Türkan Şoray’ı çok ama çok sevdi...
Sezai Karakoç “ellerinden belli olur bir kadın” deyip Judy Garland’ı överken, o tuttu “ayaklarından belli olur bir kadın” deyip “Ajda’nın ayakları”nı övdü...
Türbanın nefret simgesi olduğu dönemlerde türbanlı öğrencilerine, başlarında türban yokmuş gibi davranmasını bildi...
Rus kadınlarını ve Rus klasiklerini çok sevdi...
Kahve falına baktı...
Popüler kültüre sağlı sollu yumruklarla girişti...
“İşinden memnun değilsen her şeyi bırakıp bir kıyı kasabasına yerleş” diye öğüt verdi...
Öğrencilerine platonik aşkın değil gerçek aşkın raconunu öğretti...
Dalgacının tekiydi...
Hiçbir şeyi ciddiye almayacak kadar ciddi bir adamdı...
Sonuna kadar eşitlikçiydi...
Vicdanına sonuna kadar güvenilecek biri oldu...
O ölünce vicdan da ölmüş sayıldı...
ALLAH RAHMET ETSİN...
Altın Portakal’a dair ekran başı notları
ORGANİZASYON: Tek kelimeyle rezaletti... Uyumsuzluk had safhadaydı... Bazı ödüllerin kime gittiği bile anlaşılamadı... CNN Türk’ün canlı yayını ile tören salonu arasında hiçbir irtibat yoktu... Yani sonuç olarak: Organizasyonun, yüce Türk milletinin hasletleri arasında yer almadığı bir kez daha anlaşılmış oldu...
ORKESTRA: Tek başına gayet başarılı konserler verebilecek olan Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nın, bir töreni sürükleyecek beceriye sahip olmadığı ortaya çıktı...
BURCU KARA: O tuhaf giysisini saymazsak, iyi niyetli, kayıtsız ve telaşsız idi... Ama onun bu özellikleri bile, törendeki aşırı boşlukları doldurmaya yetmedi... Böylece kötü organizasyonu iyi bir sunucunun bile kurtaramayacağı kanıtlanmış oldu...
SIRRI SÜREYYA ÖNDER: En yerli, en meydan okuyan, en şık hareket ondan geldi... Her Anadolu çocuğunun kafasını gözünü yarmadan en az bir türküyü okuması gerektiği gerçeğini kanıtlamak için sahneye çıktı... Bir Güneydoğu türküsü, terbiye edilmemiş sesi ve baştan sona perdesizliğiyle okuyarak göz doldurdu...
VECDİ SAYAR: Gecenin berbat geçtiğini anlamak için yüzündeki acıklı ifadeyi görmek yetip de arttı bile... Geceyi kurtarmak için bir iki girişimde bulundu ama her şey için çok geçti...
HANDE ATAİZİ: “Boş vermişim” şarkısını gayet güzel söyledi... Şarkıcılık özlemini giderdi... Böylece kötü organizasyondan en kârlı çıkan isim oldu...
REHA ERDEM: İyi bir yönetmen olup olmadığı konusunda emin değilim ama verilen ödülü şahane bir şekilde aldığı konusunda gayet eminim... Ben hayatımda bu kadar güzel ödül alan başka birini tanımadım...
DENİZ BAYKAL: Yine uzun konuştu...
Bir gece yarısı Avşar kardeşlerle
ORAY Eğin’in Star’daki “Ya Şimdi Ya Hiç” programına katıldım...
Dekorun en gözde yerinde, beyaz kanepede yerimi aldım...
Sağıma Hülya Avşar, soluma Helin Avşar yerleşti...
Ve karşımda Oray Eğin...
Bu benim hayatımda katıldığım ilk şov programıydı...
Ve bu ilkten çıkardığım dersler şunlardır:
BİR: Birinin arkasından yazarken gösterilen cesaretin, yüzüne karşı gösterilmesinin aslında ne denli zor olduğunu kendi kendime itiraf ettim...
İKİ: Siz bakmayın benim kimseyi takmıyorum havalarıma... Stüdyoda kendimi kasarak, aslında herkesi ve her şeyi ne kadar çok taktığımı dehşet içinde fark ettim...
ÜÇ: Ekim ayında televizyona çorapsız çıkılmayacağını öğrendim...
DÖRT: Konuşurken fazla el kol sallamanın televizyonda ne denli antipatik kaçtığını gördüm...
BEŞ: Bir şov programında performans sergilemenin, bir siyasi tartışma programında performans sergilemekten çok daha zorlu olduğunu anladım...
ALTI: Oray’ın bir ev sahibi olarak, kendini ne kadar zorlarsa zorlasın, “kötü çocuk” kıvamını yakalayamadığını fark edip acayip keyiflendim...
YEDİ: Şov programı yapmanın müthiş zorluğunu gördükten sonra... Okan’ları, Beyaz’ları izlerken çok daha anlayışlı, çok daha bağışlayıcı olmam gerektiğine ikna oldum...
Paylaş