Paylaş
Allah diğerlerine uzun ömür versin...
Bu duyguyla yazıyorum:
- Ferdi Baba Fenerbahçe gibidir, Orhan Baba Galatasaray gibidir, Müslüm Baba ise tartışmasız Beşiktaş gibidir...
- Ferdi Baba taksi dolmuş gibidir, Orhan Baba minibüs gibidir, Müslüm Baba ise tartışmasız halk otobüsü gibidir...
- Ferdi Baba sitem eder gibidir, Orhan Baba teselli arar gibidir, Müslüm Baba ise tartışmasız isyan eder gibidir...
- Ferdi Baba inler gibidir, Orhan Baba nasihat eder gibidir, Müslüm Baba ise tartışmasız çığlık atar gibidir...
- Ferdi Baba çeyrek uyumsuzların sesi gibidir, Orhan Baba yarı uyumsuzların sesi gibidir, Müslüm Baba ise tartışmasız tam uyumsuzların sesi gibidir.
- Ferdi Baba tartışmaya açık gibidir, Orhan Baba uzlaşmaya açık gibidir, Müslüm Baba ise eyvallahsız gibidir.
- Ferdi Baba bıçak gibidir, Orhan Baba asa gibidir, Müslüm Baba ise tartışmasız jilet gibidir...
- Ferdi Baba temkinli bir kötümserlik içinde gibidir, Orhan Baba temkinli bir iyimserlik içinde gibidir, Müslüm Baba ise tartışmasız temkinsiz bir hesapsızlık içinde gibidir.
- Ferdi Baba iyi niyetli bir mahalle delikanlısı gibidir, Orhan Baba racon kesen bir ağır abi gibidir, Müslüm Baba ise tartışmasız bir boşvermiş gibidir.
Milliyet eleştirisini geri çekiyorum
BAŞBAKAN Erdoğan, Milliyet’e “Batsın sizin gazeteciliğiniz” dedi.
Ertesi gün bir de baktım ki Milliyet’ten tıs yok.
Ben de söyledim söyleyeceğimi...
“Hakikaten de batsın bizim gazeteciliğimiz” falan dedim.
Fakat durun bir dakika!
Gazeteciliğimizin batmaktan kurtulduğuna işaret eden bir ses geldi dün Milliyet’ten...
Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak...
- Biraz gecikmeli de olsa...
- Epey yumuşak da olsa...
Başbakan Erdoğan’a yanıtını verdi.
Haberini savundu, haberi yapan muhabirin arkasında durdu.
Milliyet’e yönelik eleştirimi geri çekiyor ve “yetmez ama evet” demeyi ihmal etmiyorum.
İlginç şeyler
- İki hafta önce “Köşe yazısı yazmak aptalca, ortalamaya yönelik bir iş” diyen Ece Temelkuran, yeniden köşe yazarlığına döndü.
- Samatya’da yaşlı Ermeni kadınlarına saldırı olaylarının faili Ermeni çıktı.
- Kürt olduğunu saklayarak yaşayan Bakan Zafer Çağlayan, mayın tarlasının temizlenmesinin ardından “Kürt’üm” diyebildi.
Haberin şehvetine kapılmaya övgü
HÜKÜMET ve hükümet medyası “gazetecilik raconu” kesiyor.
Ağız birliği ederek şunları söylüyorlar:
- Gazeteci, sürece zarar verecek bir haber yakaladığında hemen heyecanlanmamalı.
- Önce sağa sola bakmalı.
- Haberin şehvetine kapılmamalı.
- “Küt” diye basmamalı haberi.
- “Sorumlu” davranmalı.
- “Bu haberin yayınlanması sürece zarar verir mi” diye düşünmeli.
Böyle diyorlar.
Milliyet’in yayınladığı “İmralı Görüşme Notları” haberini temel alarak.
Hükümet ve hükümet medyasına kademeli olarak şunları söylemek isterim:
- Gazetecilik denilen iş, sizin “gazetecilik şehveti” diyerek ayaklar altına aldığınız dürtüye dayanır. O şehvet dürtüsü olmasa gazetecilik olmaz.
- Gazeteci dediğin şahıs, “devlet adamı” falan değildir. Gazeteci nasıl kendisini “polis” yerine koyamazsa, “devlet adamı” yerine de koyamaz.
- Hadi diyelim ki bazı yaşamsal konularda “sorumlu yayıncılık” yapılmasına “tamam” dendi... O zaman da şöyle bir mesele devreye girer: Hangi haberin neye zarar verdiğini kim belirleyecek?
- Diyelim ki bir haber var elimde... Ben bu haberin sürece zarar vermeyeceğine adım gibi eminim... Ama sen sürece zarar vereceğini düşünüyorsun... Ne yapacağız? Başbakan’a mı soracağız?
- Başbakan’a hangi kritik haberi sorarsan sor, alacağın yanıt bellidir: “Girme o topa”. Çünkü Başbakanlığın doğasında “Netameli konulara hiç girilmesin” arzusu vardır, “Sırası mı şimdi gazeteciliğin” cümlesi vardır. Kısacası Başbakanlar öyle bir “sorumlu yayıncılık” çerçevesi çizerler ki, o çerçeve içinde gazeteciye düşen dükkânı kapatıp gitmektir...
- “Sorumlu yayıncılık” tabiri, istismara çok açık bir tabirdir. Kendisine gereğinden fazla anlam yüklenirse, gazeteciye Başbakan’ın nutuklarını yayınlamak dışında adım atacak alan kalmaz.
- Bir zamanlar Kürt köylülerine yedirilen dışkının haberini yapmak sorumlu yayıncılığa aykırı düşerdi... Diyarbakır Cezaevi’nden söz edene “sorumsuz” derlerdi... Cizre’de ortalık yakılıp yıkılırken “sorumlu yayıncılık” adına gazetecilere “Aman yazma, aman kimseler duymasın” denirdi. Kamuoyu bütün bu olayları, haberin şehvetine kapılarak kelle koltukta gazetecilik yapan cesur insanlar sayesinde öğrendi.
- Biliyorum: Şimdi durum farklı: Barış gelecek, kan duracak... Böyle bir umut var. Bu nedenle “sorumluluk” içinde hareket etmek gerekir, “Bana ne barıştan, bana ne süreçten” tavrına girmemek gerekir.
- Benim itirazım şuna: “Süreç zarar görüyor” cümlesinin, gazetecilerin üzerinde bir kılıç gibi sallanmasına... “Süreç zarar görüyor” cümlesinin, sürece zarar verip vermeyeceği tartışmalı olan her türlü haberin yayınlanmasını engellemek için bir bahane haline getirilmesine...
- “Süreç zarar görüyor” bahanesiyle ülkeyi gazetecilik yapamaz hale getirirseniz, bu işten en çok demokrasi zarar görür... Demokrasinin zarar gördüğü bir yerde de süreç zarar görse ne olur, görmese ne olur.
Böyle olur babaların vedası
- Müslüm Baba’nın cenazesi Teşvikiye Camisi’ne geldiği andan itibaren “camiler ve münasip cenazeler” konsepti yerle yeksan oldu.
- Teşvikiye Camisi ile Fatih Camisi arasındaki o muazzam ayrım “küt” diye kalktı ortadan.
- Kara gözlüklü, cicili bicili, janjanlı hanımlar ve beyler, şöyle bir kenara çekilmek zorunda kaldılar... Çünkü “eski Müslümcüler” devreye girdiler, cenazelerine sahip çıktılar.
- 40 yılın kederi ve isyanı sindi cami avlusunda atılan “Müslüm Baba/Müslüm Baba” sloganlarına...
- Bu bir cenaze merasimi değil, bir inkılaptır: Urfa’da bin türlü yoksullukla doğan, Adana’da ayakkabı boyacılığı ve terzilikle gelişen bir isyankârın, İstanbul’u ve Türkiye’yi fethetmesi sonucu doğan bir inkılap...
- Kovulmuş, sürülmüş, horlanmış, küçük görülmüş bir sanat, yılların ezikliğini üzerinden attı... Böyle bir özgüven görülmemiştir.
- Anladık ki: Müslüm Baba’ya ömrünün son demlerinde Cihangir ve Etiler dolaylarından sunulan “meşruiyet”, pek de anlam ifade etmiyormuş.
- Yine anladık ki: “Baba”, asıl meşruiyetini özgün Müslümcülerden alıyormuş.
Şaşanlara şaşmak
Ey Abdullah Öcalan’a şaşanlar!
Ey bu iş Öcalan’la olmayacak galiba diyenler!
Pardon ama siz ne bekliyordunuz...
- “28 Şubat çok fenaydı”, “Davutoğlu Ortadoğu’nun yıldızıdır”, “Fethullah Gülen hocamıza selam olsun” falan demesini mi?
- “Allah Başbakan Erdoğan’ı başımızdan eksik etmesin, dua ediyoruz kendisine” falan demesini mi?
- “Söylerim ben Kandil’dekilere... Hemen çekilirler... Hiç merak etmeyin” falan demesini mi?
- BDP’ye fırça atmasını, Avrupa kanadını aşağılamasını, Kandil’e hesap sormasını mı?
- Bir “demokrat bilge” mi bekliyordunuz ki sallamalarla karşılaşınca böyle şaşırdınız?
- Barışa susamış bir güvercin mi bekliyordunuz ki “Çekilme için parlamento kararı gerekir” sözünü okuyunca böyle afalladınız?
Bir daha soruyorum: Siz ne bekliyordunuz Allah aşkına?
TUTTUM
- Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın kendisine yumurta atan üniversite öğrencisini karakoldan kurtarmasını tuttum.
TUTMADIM
-CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “İmralı Görüşme Notları”yla ilgili olarak MHP’den bile daha yıkıcı bir muhalefeti sürdürmesini tutmadım.
Paylaş