Ne zaman "yandaş mahalle"den birileri, "karşı mahalle"ye...
"Bilmiş bir Tayyip Erdoğan analizi" kaktırmaya kalksalar...
Lafa şöyle giriyorlar:
"Tamam... Kızıyor, bağırıyor, fırça atıyor, dava açıyor, kalaylıyor, tahammülsüzlük gösteriyor, kral gibi davranıyor, yandaş kolluyor, muhalif eziyor... Tamam... Hepsine tamam... Ama vurmadan önce bir durup düşünün bakalım... Kendi kendinize sorun, ’neden böyle yapıyor?’ diye... Bunun bir nedeni var... Bunu anlamaya çalışın."
Bu anlama çabası çağrısının ardından ise...
"Quasimodo sendromu"nu akla getirircesine...
Şu türden bir sonuca varıyorlar:
"Tayyip Bey memlekete bunca hizmet ettiği halde elitlerin mahallesine kabul edilmedi... Öfkesinin kaynağı buradadır."
Kısacası...
"Siz ona su vermediniz, o da doğal olarak hırçınlaştı" demeye getiriyorlar...
Vebu tuhaf analiz...
"Biraz empati lütfen..." diye bitiveriyor...
* * *
Bense bu türden analizler yüzünden "çıldırma anaforu"na girip şu şekilde sayıklıyorum:
Allah... Allah...
Üstümüze iyilik sağlık...
Burada siyasi analiz mi yapacağız, ruh doktorluğu mu?
Kavgada empati mi olurmuş?
"Muktedir" bize ağız dolusu hakaret edecek...
Biz ise aslanlar gibi karşılık vermek yerine, "Tamam sövdü ama bir durup düşünelim bakalım neden sövdü?" diyecekmişiz...
Sanki geçmişte Demirel’e, Ecevit’e, Çiller’e, hatta Özal’a zırnık empati gösterilmiş gibi...
Siyasi literatüre "Muktedire empati şarttır" hükmünü kazandıran bu arkadaşlara sormak isterim:
Son söz: "Zulme rıza zulümdür" diye bir hüküm yok muydu bizim literatürde...
İlhan Selçuk’un koltuğuna oturdum
TAYYİP Erdoğan CHP’nin başına geçsin, Deniz Baykal da AKP’nin...
Ertuğrul Özkök Yeni Şafak’ın başına geçsin, Ekrem Dumanlı da Hürriyet’i yönetsin...
Fehmi Koru Doğan Yayın Holding’e "CEO" olsun, Soner Gedik de Albaraka Türk’e transfer olsun...
Evet... Son günlerde baş gösteren bu "karıştır barıştır" oyunu, beni de fena halde etkisi altına almış olmalı ki...
Geçen hafta "silahlı terör örgütü üyesi olmaktan tutuklu düşünce suçlusu" şeklinde tuhaf tanımlamayla anılan meslektaşımız Mustafa Balbay’la dayanışma amacıyla gittiğim Cumhuriyet Gazetesi’nde, İlhan Selçuk’un odasında boş duran "makam koltuğu"na oturtulduğumda...
"Galiba bana da bu koltuk kaldı" deyiverdim...
Peki tutar mı?
Olabilir mi böyle bir şey?
Şu kadarını söyleyeyim:
Emre Kongar bile yadırgamadı beni o koltukta...
Ne "Bu bir karşı devrimdir" diyen çıktı...
Ne de "Cumhuriyet Gazetesi de elden gidiyor" yorumu yapıldı...
Eğer gazete binasına girerken, kapıda bekleyen Cumhuriyet okurlarından bazılarının "Günah çıkarmak için mi geldin buraya?" diye laf sokmalarını saymazsak...
Benim transfer işi fazla sancılı olmayacak galiba...
Hey Bedri Baykam! Kendine şimdiden yeni bir gazete bul...
İhtiyarlara yer var
İNSANIN yaşının kemale ermesinin en güzel tarafı galiba şu:
Kasmaktan vazgeçiyorsun... Nasıl bir etki bıraktığınla ilgili bir derdin kalmıyor... Sıfır gerilimli bir hayat sürmeye başlıyorsun...
İşte bakın:
Hayrettin Karaca ile Muazzez İlmiye Çığ adlı iki "sevimli ihtiyar", kasmaktan, gerilmekten ve alemi etkilemekten vazgeçmelerinin keyfini ne de güzel çıkarıyorlar...
Böylece çoktandır itilip kakılan "ihtiyarlığa", yeniden iade-i itibar yapıyorlar...
Genellikle hep asık ve kaygılı yüzüyle kamu önüne çıkan "toprak dede", artık kahkaha atıyor, mani okuyor, "Ne derler?" korkusunu üzerinden atmanın getirdiği rahatlıkla ekranlarda Muazzez Hanım’a ilanı aşk ediyor...
Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ ise kıkırdıyor, karşılık veriyor... Hayrettin Bey’le tatlı tatlı atışıyor... Onda da kasma yok... Onda da gerilim yok...