İçine doğduğum kültürel çevrede çocukluğumdan beri bir ‘öcü’ masalı dinler gibi ‘İstiklal Mahkemeleri, darağaçları vs.’ hikáyeleri dinler dururum, bu da iki...
İşte bu iki nedenden dolayı da Altemur Kılıç’tan nefret etmem gerekir değil mi?
Ama hayır...
Bırakın nefreti kendisini ‘sevimli’ bile bulurum. Peki neden?
O Altemur Bey değil mi, 80 küsur yaşında bile elindeki bastonla Türk ırkına yan bakanları tepeleyeceğini haykıran.
O Altemur Bey değil mi, İstiklal Mahkemeleri’nin baş kahramanı Kılıç Ali’den söz edildiğinde ‘Babacığım az bile yapmış’ diye hafiften tahrik edici yaklaşımlar sergileyen?
O halde neden galeyana gelmek yerine dudaklarıma kondurduğum hınzır bir tebessümle karşılıyorum kendisini?
Yanıt açık: Vallahi bilmiyorum. Çok düşündüm ama ne yazık ki bir sonuca varamadım.
* * *
Tam ‘İnsan bir muammadır’ diyerek konuyu kapatıyordum ki, Altemur Bey’in ‘Kılıç’tan Kılıç’a’ adlı anı kitabı imdadıma yetişiverdi. İşte bu kitap, ‘sevimli faşistimizin’ neden sevimli olduğuna dair ipuçlarını cömertçe sergiliyor.
Hayır, hayır... Gazetelerimizin kitaptan alıntılamaya değer buldukları ‘Bir İngiliz Sir beni kütüphanede taciz etti’ anekdotundan söz etmeyeceğim.
Çünkü kitapta Kılıç’ın ‘tehlikeli naifliği’ne işaret eden çok daha çarpıcı bölümler var.
İşte onlardan biri:
‘Robert Kolej’de savaş yıllarında milliyetçiliğim bu sefer de Alman Nasyonal Sosyalizmi ile birleşmiş, hararetli bir Alman ve Hitler taraftarı olmuştum. (...) Almanya, Rusya’ya saldırınca evden ve okuldan kaçıp Alman Ordusu’na, Azerbaycan SS Lejyonu’na katılmaya kalkıştım. Polisler beni Edirne’den geri çevirdiler.’
Hadi gözünüzün önüne getirin bakalım:
Ateşli Hitler taraftarı gencecik bir Altemur...
Ve genç Altemur, tam koluna ‘gamalı haç’ı geçirip bir SS askeri olacakken sınırda yakalanıp, ‘Evladım, deli olma’ denilerek evine gönderiliyor.
Şu açık sözlülüğe bakar mısınız?
O dönemde ‘ateşli Hitler taraftarı’ olup da sonradan bu durumu saklamak için kırk takla atanların aksine Altemur Bey, Hitler hayranlığını nasıl da kıvançla anlatıyor.
‘Hitler hayranı olduğumu bir parça gizlesem fena olmaz, ayıp olur’ falan diye bir düşünce aklının ucundan bile geçmiyor.
* * *
Belki de ben bu naifliğe hastayım.
Diyeceksiniz ki: ‘Ama bu çok tehlikeli ve siyaseten doğruculuğa feci aykırı’.
MİLLİYET’ten Tuba Akyol’a kocaman bir teşekkür borcum var. O olmasa, Deniz Akkaya’nın ‘En son ne okudunuz?’ tarzı sorulara daima aynı yanıtı, ‘Hitler’in Kavgam kitabını’ yanıtını verdiğini öğrenemeyecektim.
Efendim olayın aslı şu:
Aktüel Dergisi’nin bir projesi kapsamında 4 yıl önce Deniz Akkaya ile röportaj yapmıştım. O röportajda Deniz Hanım’a ‘En son ne okudunuz?’ diye sormuştum ve ‘Hitler’in Benim Kavgam diye bir kitabı var, onu okudum ve bende derin izler bıraktı’ yanıtını almıştım.
Şimdi bir dakika! Röportajın yapıldığı tarih Mart 2001. Gündemde fırlatılan anayasa kitapçığı, ezip geçen kriz, tırmanan dolar, hastalanan Ecevit filan var. Yükselen milliyetçiliğin ve lümpen ayaklanmasının esamisi bile okunmuyor. ‘Kavgam’ ise kitapçı köşelerinde boynu bükük duruyor.
İşte böyle bir dönemde Deniz Akkaya, bir dişi Nostradamus edasıyla, bugün ortalığı kasıp kavuran bir trendin ön haberini veriyor.
Nasıl? Müthiş değil mi?
Ama Tuba Akyol’dan öğreniyoruz ki, meğer Deniz Akkaya ‘En son ne okudunuz?’ sorusuna, hep aynı yanıtı verirmiş.
Peki bende hayal kırıklığı yaratan bu durumu neyle izah edeceğiz? İstikrar mı? Hitler’in karizmasının altında ezilme mi? Yavaş okuma mı? Tek kitapla üç yıl geçirme arzusu mu? Tanrım şu merak cenderesinden kurtar beni...