BİR okurum şöyle yazmış: “Sözcü gazetesinin Atatürk fotoromanı gayet güzeldi. Siz Atatürk’ün yaşatılması çabasına karşısınız. Bunu açıkça ifade etmekten korktuğunuz için ‘Atatürk küçük düşürüldü’ diyorsunuz”.
Bu okur mektubunda ortaya konan “derin şüphe” var ya... İşte onunla hesaplaşmanın vakti geldi de geçiyor.
Ne diyor okurum? “Sen aslında Atatürk’e karşısın ama değilmiş gibi yapıyorsun”. Peki okurumuz, neden bu türden bir kuşkuya düşüp samimiyet sorgulaması yapıyor? Çünkü her şeyin açıkça konuşulamadığı bir ortamın riyakârlık ürettiğinin farkında... Her şeyin açıkça konuşulamadığı bir memlekete ne riyakârlık biter, ne de riyakârlık ithamı... Tartışılamayan her lider, tartışılamayan her konu, “başıma bir iş gelir” korkusunun yayıldığı her alan riyakârlığı ve sahtekârlığı tetikler. Böylece ortalık Atatürk’ü sevmediği halde en Atatürkçü geçinenlerden geçilmez olur.
Ama durun bir dakika! Bu ülkede her şey açıkça, korkusuzca, “başıma bir iş gelir” endişesine zerre kadar kapılmaksızın tartışılabiliyor da, sadece Atatürk konusunda mı bir sorun var. Ne gezer! Bu ülkede güç sahiplerini açıkça, korkusuzca, “başıma bir iş gelir” endişesine zerre kadar kapılmaksızın eleştirmek kimseye nasip olmadı. Dün “askerler” tartışılamazdı, bugün ise “güçlü iktidar”. Bu nedenle de dün nasıl askerden zerre kadar hazzetmedikleri halde asker yalakalığı yapanlar ortalığı kaplıyor idiyse, bugün de Tayyip Erdoğan’dan nefret ettikleri halde kendilerini en Tayyip Erdoğancı göstermeye çalışanlar ortalığı kaplamış durumda. Yani demem o ki... Riyakârlık ancak her şeyin açıkça tartışılabilir olmasıyla ortadan kalkabilir. Ama dikkat! Sadece Atatürk açıkça tartışılmayacak, bugünün güç sahipleri de açıkça tartışılacak.
Gelelim benim Atatürk’le ilgili tutumuma: Bana “sen aslında Atatürk’e karşısın” diyen birine “Hayır, ben Atatürk’ü şöyle severim, böyle severim” diye dil dökmem. Çünkü böylesi bir dil döküşün, kuşkuları giderecek bir gücü yoktur. Sadece şunu söyleyebilirim: Dilimin altında bakla yok. Her şeyin özgürce tartışılabildiği bir ortamda da yazdıklarım bunlar olacak.
Salim Uslu’dan beklediğim bir şey var
AK Parti Milletvekili Salim Uslu, benim eski dostlarımdan biridir. Kendisini hep uygar, aklı başında, zorbalığa prim vermeyen, sözün gücüne inanan, demokrat biri olarak tanıdım. Fakat heyhat! Benim bu zamana kadar “uygar” bildiğim Salim Uslu, Millet Meclisi’nde bu zamana kadar benzeri görülmemiş bir zorbalığın kahramanı oldu: “Meclis İdare Amiri” sıfatıyla Kamer Genç’i Meclis kürsüsünden itekleyerek uzaklaştırmaya çalıştı. Görüntüleri seyrettiğimde şöyle dedim: Ya ben Salim Uslu’yu yanlış tanımışım ya da sayısal çoğunluğu olan bir partinin üyesi olmak, kendisi üzerinde “mutlak bozucu” bir etki yapmış.
Evet... Salim Uslu eski dostumdur, Kamer Genç’i ise pek ciddiye almam. Ama bu durum, yalın gerçeği değiştirmiyor: Kamer Genç’in Meclis kürsüsünden ittirilip kaktırılarak uzaklaştırması girişimi gayrimedeni, çirkin, yakışıksız ve yapanı utandıracak bir davranıştır. İşte bu nedenle... Salim Uslu’nun Meclis’ten çıkacak “kınama” ya da “uzaklaştırma” türü cezaların hiçbirini beklemeden ve lafı eğip bükmeden derhal hem Kamer Genç’ten, hem kamuoyundan özür dilemesi gerekir. Bu da yetmez! Derin bir utanç içinde kendi kendini kınaması ve kendi kendini bir süreliğine Meclis’ten uzaklaştırması gerekir. Salim Uslu ile ilgili yeni kanaatimi, ancak bu türden esaslı bir pişmanlık hamlesi değiştirecektir. Aksi takdirde... Adı geçtiğinde aklıma hep tahammülsüzlük, itip kakma, zorbalık, kaba kuvvet falan gelecektir.
AK Parti Milletvekili Salim Uslu, benim eski dostlarımdan biridir. Kendisini hep uygar, aklı başında, zorbalığa prim vermeyen, sözün gücüne inanan, demokrat biri olarak tanıdım. Fakat heyhat! Benim bu zamana kadar “uygar” bildiğim Salim Uslu, Millet Meclisi’nde bu zamana kadar benzeri görülmemiş bir zorbalığın kahramanı oldu: “Meclis İdare Amiri” sıfatıyla Kamer Genç’i Meclis kürsüsünden itekleyerek uzaklaştırmaya çalıştı. Görüntüleri seyrettiğimde şöyle dedim: Ya ben Salim Uslu’yu yanlış tanımışım ya da sayısal çoğunluğu olan bir partinin üyesi olmak, kendisi üzerinde “mutlak bozucu” bir etki yapmış.
Dayanın arkadaşlar
DOĞAN Haber Ajansı’nın Van’daki Bayram Oteli’nin enkazı altındaki muhabirleri Sebahattin Yılmaz ve Cem Emir... Biliyorum dayanmak zor, dayanın demek kolay... Ama lütfen siz yine de dayanın. Hepimizin gözü kulağı Bayram Oteli’nin tuz buz olmuş enkazında... DHA Genel Müdürü Uğur Cebeci enkaz başında... Gazeteci arkadaşlarınız korku ile umut arasında gidip geliyor. Dün telefonlarınızdan gelen sinyalle umut, korkuyu bastırdı. Bu umudu boşa çıkarmayın. Dayanın, biraz daha dayanın. O enkazın altından sapasağlam çıkın. Yaşadığımız onca acıya bir de sizin acınız eklenmesin. İyi haberleriniz gelsin bize... Meslektaşlarınız iyi haberlerinizi versin gülen gözlerle... Dayanın... Unutmayın: Kalbimiz sizinle! EDİTÖRÜN NOTU: Ahmet Hakan yazısını hazırladıktan sonra Cem Emir’i kaybettiğimizin haberi ulaştı.
Kışa övgü
Uzun geceler... Muhteşemdir. Üşüyüp ısınmak, ısınıp üşümek... Harikadır. Kalın kazak ve sıcak çikolata... Şahanedir. Battaniye altında film seyretmek... Süperdir. Arada güneşin yüzünü göstermesi... Eşsizdir.
Hiç protesto edilebilenle edilemeyen bir olur mu?
Demokratik ülkelerde protesto gösterisi yapıp slogan atana göstermelik de olsa saygı duyulur. Demokratik olmayan ülkelerde ise “bunların alayı provokatör” denir. Demokratik ülkelerde her yetkili protesto edilmeyi içine sindirir, tahammül eder. Demokratik olmayan ülkelerde ise “Benim valim orada canla başla çalışırken bir de bunlarla mı uğraşacak” diye olaya yaklaşılır. Demokratik ülkelerde barışçı gösterilere müdahale edilmez. Demokratik olmayan ülkelerde ise ellerin biber gazına ya da coplara gitmesi için 10 kişinin bir araya gelmesi bile yeterlidir. Demokratik ülkelerde liderler, protesto edilmeyi en az alkışlanmak kadar olağan görürler. Demokratik olmayan ülkelerde ise liderler sadece alkışlanmayı olağan görürler. Demokratik ülkelerde protestocunun maksadı, niyeti ya da haklılığı sorgulanmaz. Demokratik olmayan ülkelerde bütün protestocular haksız, bütün protestocular maksatlı ve bütün protestocular kötü niyetlidir... Demokratik ülkelerde protesto gösterileri “halkın sesi” olarak değerlendirilir ve o sese kulak verilir. Demokratik olmayan ülkelerde ise o sesin mümkün olan en kısa zaman içinde kısılması gerekir. Demokratik ülkelerin liderleri, ülkelerinde serbestçe protesto gösterileri yapılmasından gurur duyarlar. Demokratik olmayan ülkelerin liderleri ise sadece “milli birlik ve beraberlik” durumunda gururlanırlar.
İzmir’de bir iyi, bir kötü olay
KÖTÜ OLAY: Densizin teki 10 Kasım’da Atatürk’ü anmaya gelmiş başörtülü bir genç kıza “senin burada işin yok” diyerek sözlü tacizde bulunmuştur. İYİ OLAY: Bu densizlik, olay yerinde bulunan Atatürkçü kadınlar tarafından anında tepkiyle karşılanmış ve kadınlar başörtülü o genç kızın yanında yer almıştır.