Paylaş
“Yargıyı ele geçirdiler.”
Ve bugün...
Hükümet partisinin hazırladığı yargıyla ilgili yeni bir teklife gösterilen tepkiye bakıyoruz.
Tepki yine aynı:
“Yargıyı ele geçirmeye çalışıyorlar.”
Pardon ama zaten ele geçmiş olan yargıyı, nasıl olacak da ele geçirecekler?
*
Mesele şu:
İktidar, yargıyı Kemalistlerin elinden alıp kendinin kılmaya çalıştı.
Fakat o da ne!
Başka bir güç, aradan sıyrılıp sinsice yargıyı ele geçiriverdi.
Ve bu güç, kafasına göre takılmaya, iktidarı takmamaya, iktidara zarar vermeye başladı.
Kısacası...
Yargıyı Kemalistlerin elinden alan iktidar, şimdi de işte bu gücü elinden almaya çalışıyor.
*
Yeni teklifin anlamı şudur:
Ele geçirilirken elden kaçan yargının, yeniden ele geçirilme operasyonu...
Fakat sütten ağzı yanan iktidar, bu kez yoğurdu üfleyerek yiyor.
Herhangi bir gücün sinsice aradan sıyrılarak ya da boşlukları doldurarak yargıyı ele geçirmesinin önünü kesmeye çalışıyor.
Bunun için de...
Kendisine sımsıkı bağlı bir yargı yaratmaya çalışıyor.
Patronajın sadece kendisinde olduğu bir yargı sistemini oluşturmayı hedefliyor.
*
Yeni teklif yasalaşırsa...
- İlker Başbuğ çıkacak.
- Bazı generaller serbest kalacak.
- Bazı davalar gevşeyecek...
Ve iktidar, bu alanlarda meydana gelen imaj kaybını telafi etmiş olacak...
Kendisine sımsıkı bağlı bir yargı sisteminin keyfini sürmek ise taşın vurduğu ikinci kuş olacak.
Hadi hayırlısı...
Hepimiz çinçillayız
“ÇİNÇİLLA” bir hayvandır...
Şöyle bir hayvan:
Tavşan desen tavşan değil, fare desen fare değil...
Ama fare kadar sevimsiz, tavşan kadar da sevimli değil...
Bir garip mahluk yani...
Yeryüzündeki çilesinin tek bir nedeni var: Kürkü değerli.
*
Rakamlara bakalım:
- Bülent Ersoy’un üstüne olacak denli kallavi bir çinçilla kürkü için kesilmesi gereken çinçilla sayısı: 50...
- Bülent Ersoy’un üstüne olacak denli kallavi bir çinçilla kürkünün ederi: 250 milyon...
- Dünyada 100 adet Bülent Ersoy olsa, yüzü de çinçilla kürkü giymeye gönül indirse... Kesilecek çinçilla sayısı: 5 bin...
*
Sonuç şudur:
Bülent Ersoy üzerinde resmen bir soykırım anıtı taşımaktadır.
Çelakıl’ın saçları
- SAÇ Ömer Çelakıl’dan çıkmamakta, Ömer Çelakıl saçtan çıkmaktadır.
- O saçlar, leyleklerin yuva kurmalarına gayet müsaittir.
- Saçı, Ömer Çelakıl’ın bünyesinde özerk yönetime geçmiş durumdadır.
- Kuaförlere meydan okuyan bir saçtır.
- Erkin Baba şarkı yapmalıdır: Çöz beni Çelakıl saçı...
- Şifrelerle dans eden saçlardır.
- Bütün şifreler çözülür, Ömer Çelakıl’ın saçının şifresi müstesna...
Dizilerdeki Türkiye
YERLİ dizileri izledikten sonra...
- Sanırsın ki Türkiye’de herkesin ama herkesin gündeminde tek bir konu var: Aşk.
- Sanırsın ki Türkiye’de her gün kötü adamlar birilerini kaçırıyor.
- Sanırsın ki Türkiye’de herkes eve ayakkabı ile giriyor.
- Sanırsın ki Türkiye’de aile içi entrikacılık almış yürümüş.
- Sanırsın ki Türkiye’de herkes herkesle uzun upuzun bakışıyor.
- Sanırsın ki Türkiye’de herkes herkesi hep yanlış anlıyor.
- Sanırsın ki Türkiye’de “kapı dinlemek” milli spor olmuş.
- Sanırsın ki Türkiye’de moralsiz kadınlar, elbiseyle banyoda suyun altında ağlıyor.
- Sanırsın ki Türkiye’de her köşede aforizma patlatılıyor.
Ayıptır, cinayettir
BİR ay önce “hastane” diyor ki:
“Bu adamın hastanede tutulması bile riskli... Virüs kapabilir, ölebilir.”
Septik mahkeme, hastane raporunu zerre miskal dikkate almıyor.
Eh ne de olsa “işin içinde bir katakulli” olabilir.
Şüpheli davranmak gerekir.
Ya virüs falan bahanesiyle adam kaçarsa...
*
Bir ay sonra söz konusu virüs, beklendiği gibi görevini ifa ediyor.
Adam ölüme yaklaşıyor.
Kızı feryat figan...
Sonunda ameliyata alınıyor.
8 saat süren ameliyatın ardından adamcağız kurtuluyor.
*
Sonra ne oluyor?
Şunlar oluyor:
Adamcağız ameliyatta ölümle pençeleşirken...
Alelacele Adli Tıp Kurumu’nu harekete geçiriyor, oradan rapor alınıyor ve jet hızıyla mahkemeden “tahliye” kararı çıkıyor.
“Ölür mölürse elimizde kalmasın” türü bir karar.
*
Bize de bu toprakların en fazla aşina olduğu üç kelimeyle seslenmek düşüyor:
Ayıptır, zulümdür, cinayettir.
O zalim yargıcı mumla aratıyorlar
12 Eylül’ün karanlık günleriydi.
Herkesin üzerinden silindir gibi geçiliyordu.
Sonunda üzerinden silindir gibi geçilme sırası “Barış Derneği”ne gelmişti.
12 Eylül üzerinden iki yıl geçtikten sonra Barış Derneği’nin 44 üyesi hakkında tutuklama kararı çıktı.
Bir gece yarısı evlerinden alındı bu 44 kişi...
İçlerinde emekli büyükelçi Mahmut Dikerdem var, şair Ataol Behramoğlu var, İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın eşi Reha İsvan var, Ali Sirmen var, Oya Baydar var, sanatçı Ali Taygun var, Kemal Anadol var...
44 kişiden 25’i tutuklanarak askeri cezaevine kapatıldı.
*
Mahkeme Başkanı Hâkim Binbaşı Atilla Ülkü idi...
Zalimdi...
Anlayışsızdı...
Barış Davası’ndan mahkûmiyet kararı vermeye ant içmiş gibiydi...
Zorlama iddianameye kutsal metin muamelesi yapıyordu.
Evrensel hukuk normlarını hiçe sayıyor, itirazları reddediyor, reddi hâkim taleplerine kulak asmıyordu.
İçeri tıktıklarını asla bırakmıyordu.
*
O günlerde 67 yaşındaki tutuklu sanıklardan Barış Derneği Başkanı emekli büyükelçi Mahmut Dikerdem, tutukluyken rahatsızlandı.
Prostat ameliyatı olması gerekiyordu.
Karanlığın en karanlık olduğu 12 Eylül döneminin zalim hâkimi Binbaşı Atilla Ülkü, Mahmut Dikerdem için anında tahliye kararı verdi.
*
İnsan sağlığı devreye girince zalimin en zaliminin bile anında yumuşamak zorunda kaldığı karanlığın en karanlık günlerini arıyoruz.
Mutlu musunuz?
İŞTE BÖYLE BİR ŞEY
“Küreselleşen dünyada her ülkenin meselesi küreseldir. Artık vicdan da küreselleşmelidir.”
Recep Tayyip Erdoğan–Başbakan...
*
“ABD Elçisi kendi ülkesine baksın. Bize karışamaz. Haddini bilmeli... Bizim içişlerimize karışmamalı.”
Hüseyin Çelik–AK Parti Sözcüsü...
Paylaş