BİR: Seçilmiş bir ruhanidir "Papa". Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ise hem ilk, hem de son tahlilde "atanmış" bir devlet memurudur.
İKİ: Papa gücünü Tanrı’dan aldığı iddiasındadır. Bardakoğlu ise bir "Cumhuriyet memuru" olarak en fazla "Allah devlete zeval vermesin" deme hakkına sahiptir.
ÜÇ: Papa aynı zamanda bir devlet başkanıdır. Bardakoğlu ise laik devlet nezdinde "Tapu Kadastro Genel Müdürü"nden farkı olmayan üst düzey bir bürokrattır.
DÖRT: Papa her şeyi ve herkesi "kutsama" hakkına sahiptir. Bardakoğlu ise en fazla camilerde "hutbe" okutur.
BEŞ: Papa’nın her biri birbirinden ihtişamlı kıyafetlerinin dini açıdan simgesel bir anlamı vardır. Bardakoğlu’nun "işlemeli cüppesi" ve "kalıplı sarığı"nın ise, dinde yerinin olup olmadığı bile tartışmalıdır.
ALTI: Papa’nın, "Ruhaniler Meclisi" türünden katı hiyerarşik bir yapılanması vardır. Bardakoğlu’na bağlı "Diyanet İşleri Başkan Yardımcıları"nın ruhaniyetlerinin söz konusu edilmesi bile sakıncalıdır.
YEDİ: Papa inancı uğruna sonuna kadar bekar kalmayı tercih etmiştir. Bardakoğlu ise üniversite tahsilinde baş göz edilmiş tipik bir Anadolu erkeğidir.
SEKİZ: Papa küçük de olsa "Tanrısal irade"nin hüküm sürdüğü bir toprak parçasına egemendir. Bardakoğlu ise Diyanet İşleri Başkanlığı binasında bile "ilahi irade"yi tesis edemez.
DOKUZ: Papa hem fetva verir, hem emir verir. Hem ruhanidir, hem dünyevi. Bardakoğlu ise görevi "din hizmetlerinin düzenlenmesi" ile sınırlı ve bu nedenle de alabildiğine dünyevi bir "reis"tir.
Keşke
KEŞKE...
Başbakan Tayyip Erdoğan, eşinin başındaki örtü konusunda yapılan spekülasyonlara yanıt verirken, "Birileri, Allah göstermesin, ’Eşinizin başını açın’ diyor. Bizden birileri kimlik değişimi istiyor. Bu siyasi kimlik zaafıdır. Biz bu zaafı gösteremeyiz. Biz halkımızı aldatamayız" demek yerine...
Eşinin ayrı bir birey olduğunu... Kendisinden emir almadığını... Kıyafet tarzını ve inancını kendi özgür iradesiyle oluşturduğunu... Dolayısıyla kendisinin eşine bir müdahalesinin söz konusu olamayacağını söyleseydi...
* * *
Keşke...
AKP’nin iletişim ve medyayla ilişkilerden sorumlu yeni Genel Başkan Yardımcısı ve saygın iletişim profesörü Edibe Sözen, yaptığı ilk basın açıklamasında, "Türkiye’de medya şöyle olmalı, böyle olmalı" diye dersler vereceğine...
AKP ile medya arasındaki "sorunlu ilişki"ye nasıl bir çözüm bulacağının ipuçlarını açıklasaydı.
İş áleminden bir terbiye özürlü
LERZAN Mutlu’dan nefret ederim...
Bu konuyu daha önce yazdığım "Lerzan Mutlu’dan nefretimin 6 sebebi" başlıklı makalede işlediğimden ayrıntılara girmeyeceğim.
Deniz Akkaya’dan da pek hazzetmem.
Bu konuda özel gerekçelere sahip değilim, herkes neden hazzetmiyorsa, aynı nedenler benim için de geçerli.
Ancak...
Durum böyle diye, her iki isme karşı yapılan açıktan terbiyesizlik karşısında sessiz mi kalacağım?
Tabii ki hayır!
Efendim, olay şudur:
Hem Deniz Akkaya, hem de Lerzan Mutlu, kendileriyle birlikte olmak isteyen işadamlarından ve bu işadamlarının önerdikleri paradan söz ettiler, hayli gereksiz bir şekilde.
Buna karşılık "Benim işadamım böyle bir şey yapmaz" havasında olan İTO’nun eski Meclis Başkanı Mehmet Yıldırım, önce Deniz Akkaya için "Bu hanım değerini artırmaya çalışıyor" dedi. Ardından da Lerzan Mutlu için, "Bu hanım 3 bin dolar bile etmez" dedi.
Eğer Mehmet Yıldırım, bu tür "düşük mü düşük" açıklamalarıyla işadamlarının imajını kurtarmaya çalışıyorsa, bilsin ki yaptığıyla sadece ve sadece iş dünyasının rezil olmasına katkıda bulunmakta.
Yok eğer Yıldırım, bu açıklamaları kendi adına yapıyorsa, bilsin ki gustosunun nasıl da "düşük" olduğunu pek güzel ortaya koymakta.