Paylaş
İkinci “one minute” hadisesi imiş.
Böyle diyorlar.
*
Birinci “one minute” hadisesi, tartışmasız bir destandı.
- Sesi çok çıkan bir kibirli dünya kabadayısına...
- Öldürmeyi çok iyi bilen bir işgalciye...
- Yarım asırdır çileler çektiren bir yeryüzü şımarığına...
- Arkasına aldığı büyük dünya güçlerine güvenen bir evrensel küstaha...
Ümmetin tüm yetimleri adına atılmış okkalı, haklı ve yürek soğutan bir şamardı.
*
Peki ikinci “one minute” hadisesi nedir?
Şöyle bir şeydir:
*
- Almışsınız arkanıza koca devlet gücünü...
- Almışsınız sağınıza Cumhurbaşkanı’nı...
- Almışsınız solunuza Genelkurmay Başkanı’nı...
- Almışsınız safınıza Danıştay Başkanı’nı...
- Almışsınız yanınıza yörenize tüm yandaş kalemlerinizi ve konuşan kafalarınızı...
Öldürmeyi bildiğine dair tek bir emare bile ortaya koymamış, hiçbir yaptırım gücü olmayan, elindeki sıkıcı metni mır mır okuyan, yani sesi bile fazla çıkmayan, kabadayılık da yapamayan zavallı bir Metin Feyzioğlu’na posta koymayı...
İsrail’in en tepesindeki adama posta koymakla eşdeğer tutuyorsunuz.
*
Yapmayın, işte bunu yapmayın!
“İlle de Reis’i haklı çıkaracağız” diye...
Reis’in hayatının en büyük destanını harcamayın.
Bari bunu yapmayın.
Bütün eleştiriler doğru olsa bile
METİN Feyzioğlu’na yönelik eleştirilerin çoğuna katılıyorum:
- Konuşması gerçekten çok uzundu.
- Kendisine ayrılan konuşma süresini iki katına çıkarması hiç yakışık almadı.
- “Van depremzedeleri” gibi en azından tartışmalı bir konuyu gündeme taşıması gereksizdi.
- “Cumhurbaşkanı adayı” diye adı çıkmış biri olarak eline geçirdiği kürsü fırsatını “adaylık propagandası” için kullanması çok kurnazcaydı.
*
Ama bunların hiçbiri...
- “Edepsiz” diye hakaret etmeye...
- Protokol ihlali yapmaya...
- Tahammülsüzlük göstermeye...
- Cumhurbaşkanı’nı ve Genelkurmay Başkanı’nı peşe takıp salon terk etmeye...
Bir gerekçe oluşturamaz.
*
Mesele bu kadar yalın ve basittir aslında.
Korkarım yol olacak
BUNDAN böyle...
- Uzun ve sıkıcı konuşmalar karşısında “hop” demek...
- Alanının dışına taşan konuşmaları, “Siyaset yapıyorsun” diye kesmek...
- Haksız bulunan eleştiriler karşısında anında “Edepsizlik yapma” diye haykırmak...
- Yandakiler yöredekilerle birlikte salon terk etmek...
Bir yol olacak.
*
Hüseyin Çelik mi olur, Bülent Arınç mı olur bilmiyorum ama biri mutlaka “Böylesi tutumlar almak, sadece Başbakanımız için meşru ve geçerlidir” diye bir söz etmeli.
Yoksa bu “içtihat”, yurt sathında çok vaka çıkarır.
Cüppeli siyaset
BU ülkede hiç kimse Diyanet İşleri Başkanı’na...
“Siyaset yapacaksan cüppeni çıkar da gel” demiyor.
*
Ne anlayacağız bu işten?
Cüppeli siyasetin bir tek Diyanet İşleri Başkanı’na yakıştığını mı?
Anneler Günü için bir şiir
SEZAİ Karakoç’un “Anneler ve Çocuklar” şiirini pek severim: Annesini kaybeden çocukları, çocuklarını kaybeden anneleri çok güzel anlatır.
Anneler Günü münasebetiyle...
Bütün evlat kaybeden anneler ve yetim çocuklar için gelsin:
*
Anne ölünce çocuk
Bahçenin en yalnız köşesinde
Elinde bir siyah çubuk
Ağzında küçük bir leke
Çocuk öldü mü güneş
Simsiyah görünür gözüne
Elinde bir ip nereye
Bilmez bağlayacağını anne
Kaçar herkesten
Durmaz bir yerde
Anne ölünce çocuk
Çocuk ölünce anne
Kızmazsanız, söyleyeceğim
- “BÜYÜK Budapeşte Oteli” filmini pek sevemedim. İçine giremedim filmin. Patladım, bunaldım hatta.
- Havalar bir türlü ısınmıyor ve yaz bir türlü gelmiyor ya... Çok ama çok mesudum.
- “Eurovision’u sallayan sakallı diva” olayı bende bir yabancılaşma etkisi uyandırıyor. “Farklılıklara saygı” konusunda kendimi bunca eğitmeye çalışmama rağmen.
- Faulkner’ın “Döşeğimde Ölürken” romanı film olmuş... Bilinç akışı romanda iyi duruyor ama filmde çekilmez.
- Kızıyorum, sevmiyorum, eleştiriyorum ama Zorlu Alışveriş Merkezi’ne gitmeden de duramıyorum. Beni çeken bir şey var orada... Adını tam koyamadığım tuhaf bir şey.
Günay’da Aşkın Nur Yengi
- GAZİNOLAR dönemine yetişemedim. Nasıldılar, bilmiyorum. Dolayısıyla “Günay”ın, eskinin gazinolar geleneğini sürdürüp sürdürmediği konusunda bir fikrim yok.
- 70’li yıllarda taşrada cafcaflı düğün salonları vardı... “Günay” tam da oralara benziyor, tam da bu nedenle çok masum görünüyor. Ve tam da bu nedenle benim için pek cazip.
- Müjdat Gezen’e rastladım “Günay”da... Biraz muhabbet ettik. Siyasete girmeden ama... Sadık Şendil’den, Haldun Taner’den söz etti Müjdat Gezen... Bir de “Eskiden gazinolarda müziğin sesi bu kadar yüksek çıkmazdı” diye bir saptama yaptı. “Ne güzelmiş” dedim.
- Aşkın Nur Yengi’yi ilk kez sahnede izledim. Bendeki Aşkın Nur Yengi imajını yerle bir etti resmen.
- Nedense bendeki imajı soğuk, aşırı mesafeli, kuralcı falandı... Ama bu imaj yıkıldı. Gayet sıcak, gayet sevecen, gayet kafa dengiydi.
- Bir de şunu keşfettim: Aşkın Nur Yengi çok güzel türkü söylüyor ve türküyü yakıştırıyor kendine. Öyle bir “Hey hey yürü dilber yürü” çekti ki... Ortam yıkıldı resmen. “Halkalı Şeker” türküsünün de hakkını verdiğini söylemeliyim.
Paylaş