OKUDUĞUMUZ haberin yalancısıyız. Olay aynen şöyle cereyan etmiş:
Mahsun Kırmızıgül sevgilisi Bade için ölümcül bir sürpriz yapmış.
Aldığı tek taş pırlanta nişan yüzüğünü Bade’ye sıradan bir şekilde takdim etmek yerine romantik bir şekilde sunmak istemiş.
Bunun için bulduğu yol şuymuş: Yüzüğü deniz kabuğunun içine koyup denizin dibine gömmek. Hemen ‘Ah ne romantik’ filan demeyin de sonunu okuyun:
Mahsun yüzüğü denizin dibine gömmüş ve sonra da kaşlarını yukarıda birleştirerek sevgilisine şöyle demiş:
‘Bade! Bade! Senin için bir sürpriz armağanım var. Ama onu denizin dibine yerleştirdim. Hadi, dal da bak.’
Zavallı kızcağız, denizin 25 metre derinliğinde gizlenmiş sürpriz armağana ulaşmak için tüple dalış yapmış.
Bir hayli uğraştıktan sonra deniz kabuğunun içine gizlenen yüzüğü bulmuş.
Sevildiğini hisseden genç kızlara özgü bir haykırışla şöyle demiş:
‘Ah! Mahsun bana nişan yüzüğü almış.’
Acayip heyecanlanmış, heyecanlandığı için de denizin dibinde olduğunu unutmuş.
Ve ağzından tüp çıkıvermiş!
Bundan sonra neler olduğunu herhalde tahmin edersiniz.
Zavallı kızcağız az kalsın elinde tek taş pırlanta yüzükle trajik bir şekilde boğuluyormuş.
* * *
Bade nasıl kurtuldu?
Mahsun pişman olup nedamet getirdi mi? Bade ‘Az kalsın beni öldürüyordun’ diyerek yüzüğü fırlatıp attı mı? Mahsun ‘Ölümcül tutkular’ adlı bir besteye girişti mi?
Tartıştılar mı? Mahsun, ‘Hepimiz kardeşiz, bu kavga ne diye’ şarkısını söyleyerek biraz münasebetsiz kaçacak bir barış havası estirmeye çalıştı mı?
Bütün bunları bilmiyoruz.
Çünkü maalesef okuduğumuz haberde bu ayrıntılara yer verilmemiş.
* * *
Aslında ‘Sonu güzel bitmemiş hoş bir romantik atılım’ diyerek geçiştirilmesi gereken bir olay bu.
Ama işte böyle olmuyor.
Zihnimizin fırlamalıklarının esiri oluyoruz ve şunları düşünmeden edemiyoruz:
BİR: Sevgilisinin eline kolay yoldan nişan yüzüğünü tutuşturmak yerine denizin dibine gömen Mahsun, acaba ‘Ne kadar sarışın olursan ol, aslan gibi bir Anadolu delikanlısını elde etmek o kadar da kolay değil’ demek istemiş olabilir mi?
İKİ: Mahsun’un asıl amacı, Anadolu’daki ‘Başlık parası’ gibi zorlaştırıcı uygulamalara, sosyal içerikli bir gönderme yapmak olabilir mi? Yani Mahsun, İstanbullu sarışın kızdan, Anadolu’da başlık parası biriktirmek zorunda kalan hemcinslerinin intikamını mı almak istedi?
ÜÇ: Belki de olay sadece Mahsun’un Manisa’daki mesir macunu şenliklerinden etkilenmesiyle ilgilidir. Hani mesir macunlarını doğru dürüst halka dağıtmak yerine, minareden atarlar ya. Mahsun da belki o uygulamaya öykünmüştür.
Vallaha ben zorlayarak da olsa bu seçenekleri bulabildim.
Bilmiyorum, belki henüz yeni formata alışamadığımdandır.
Ama ilk programda en çok Cem Özer’e dikkat kesildiğimi söyleyebilirim.
Öyle acıklı bir güldürme çabası içindeydi ki.
Her söze atlamalar, espri patlatma çabaları, rol çalma gayretleri, dönemin ruhuna uygun kaçmayan yaklaşımlar, sonra hüzünlenmeler falan filan.
Şunları düşündüm:
Cem Özer 90’ların başında şov dünyasında biricikti. Hepimiz tıpkı bugün Okan Bayülgen’i izler gibi onu izlerdik. Peki ne oldu da şimdi böyle feci demode oluverdi? Bizim mi espri anlayışımız değişti, yoksa o mu acayip geriledi?
Ben işin içinden çıkamadım doğrusu...
Gecikmiş bir özür
İster gaflet deyin, ister dalalet. Geçtiğimiz günlerde ‘Meclis’te hayalet’ meselesini işleyen yazıda Hürriyet muhabirinin adını ‘Nuray Başaran’ olarak yazmışım. Doğrusu tabii ki Nuray Babacan’dır. Hem okurlarımızdan, hem de Nuray Babacan’dan özür diliyorum.