Paylaş
Üçü de yazdıklarıyla, “Dindar kadın yazarlar” ile “Dindar erkek yazarlar” arasındaki cesaret, üslup, efendilik, edep ve erdem farkını ortaya koyuyorlar...
Ve ben üçünü de okurken hep “Ne güzel... Ne iyi...” deyip duruyorum...
Hayır... Hayır...
“Ne güzel... Ne iyi...” deyip durmamın, onların görüşleriyle tam mutabık olmamla, söylediklerine bütün kalbimle katılmamla ya da onlarda kendimi bulmamla falan hiç alakası yok...
“Dindar erkek yazarlar”ın nefret ettirici bir üslupla yazılar döşendiği şu tuhaf çağda, bu üç dindar kadın yazar, en netameli konularda bile nefret ettirmeyen, sevdiren ve karşısındakine bir biçimde dokunan yazılar yazıyor...
Ben işte bunun için “Ne güzel... Ne iyi...” diyorum...
* * *
Kim mi bu üç kadın yazar?
Birincisi Cihan Aktaş...
Ben kendisini öteden beri edebiyatçı kimliğiyle tanırım...
Çok güzel hikaye kitapları vardır...
Şu sıralar Taraf Gazetesi’nde harika yazılar yazıyor...
İkincisi Hidayet Tuksal...
Ankara İlahiyat ekolünden...
Kendisine “İslamcı feminist” denmesine itiraz etmez.
Özellikle “Kadın Aleyhtarı Rivayetlerde Ataerkil Geleneğin Tesirleri” başlıklı bilimsel araştırmasında İslam’ın erkek-egemen anlayışla yorumlanmasına bayrak açmıştı... Bir süredir Star Gazetesi’nde yazıyor.
Üçüncüsü Sibel Eraslan...
Hukukçudur... Refah Partisi’nin başlangıç günlerinde aktif politikanın içindeydi... Sonra aktif politikadan uzak durdu... Ama yazıyla ilişkisini sürdürdü...
İslami kesim içinde “vicdanın sesi” oldu...
Vakit’te yazar ama üslubu, Vakit’in her tarafına sinen o meşhur müptezel üslupla örtüşmez...
* * *
Gelin şimdi bu üç kadın yazarın, “Görüşlerine hiç katılmadığımız bir ölünün arkasından nasıl yazı yazılır?” dersi veren yazılara...
İşte üç kadın yazarın Türkan Saylan’ın ölümü üzerine yazdıkları:
CİHAN AKTAŞ Uzun zamandır kanserle mücadele eden Türkan Saylan vefat etti. Allah rahmet etsin. Bir dava kadınıydı. Cüzamla mücadelesiyle efsaneleşmişti bir bakıma. Etraflarından sert tartışmalar hiç eksik olmadığı için, dava insanlarını yaşarken doğru değerlendirmek kolay olmayabilir. Saylan, Cumhuriyet’in ‘kurtarıcı aydın sınıfı’ misyonunu benimsemiş bir dava insanıydı.
HİDAYET TUKSAL Rahmetli Türkan Saylan, hem tıp alanında hem de kadının güçlendirilmesi alanında, önemli çalışmalar yapmış bir insandı. Ama kendi mahallesinden hiç dışarı çıkmadı, başörtülü kadınlarla aynı toplantı salonunda bile bulunmak istemedi ve bu ayrımcı tavrını sonuna kadar sürdürdü. Ne diyelim, biz kendisini iyi bilirdik ama keşke o da bizi iyi bilseydi!
SİBEL ERASLAN Sarf ettiği cümlelerle yüz binlerce insanı kırmış, ikna odalarıyla nice hayatı karartmış, gencecik insanları hayata küstürmüş, üzüntüden hasta etmiş olsa da, Türkan Saylan’ın kemoterapiyle çökmüş fotoğraflarını daha fazla görmek istemediğimi, ruhumun bundan muazzep olduğunu ifade etmek isterim. ‘Fişi çekildi mi çekilmedi mi’ gibi bir tartışma, bize ve rahmet peygamberine tabi olanlara uygun değildir... Neticede hayat da ölüm de Allah’tandır. Bizim bir farkımız var, bize saldıranlar gibi merhametsiz olamayız...
¡ ¡ ¡
Gördünüz değil mi?
Fikirlerine zerre kadar katılmadıkları bir insanın ölümü karşısında nezaketi nasıl da elden bırakmıyorlar.
Hem rahmet diliyorlar, iyi biliriz diyorlar, hem de ince sitemler halinde eleştirilerini ortaya koyuyorlar.
Demek ki neymiş?
“Dindar yazar” olmak ile “üslupsuz yazar” olmak arasında herhangi bir bağlantı yokmuş...
Hayırlı olsun Latif Abi
Allah utandırmasın...
Gerçi partinin adı, hani nasıl derler, biraz fazla doğrudan mesaj içeriyor, amblem biraz fazla amatör kaçmış, “Kurucular Kurulu”nda pek tanıdık isim yok...
Ama olsun varsın... Kervan yolda düzelir...
Fakat Latif Abi, insan yine de “Keşke Latif Abi AKP içinde kalabilseydi... Keşke AKP, elinden Latif Abi gibi birini kaçırmasaydı” demekten de kendini alamıyor.
Neden mi?
Yeni bir parti demek, muazzam bir enerji harcamak demek...
Örgütleneceksin, adam bulacaksın, kendine yer açacaksın, AKP’nin siyasete koyduğu ağırlığın bitmesini bekleyeceksin...
Sana “Oyları bölüyor” diyecekler... Seni “İstikrarsızlık unsuru” gibi görecekler...
Epey bir süre sürüneceksin... Sonunda kendini kabul ettirip ettirmeyeceğin de hayli şüpheli... Yani nereden baksan bereketsiz bir süreç seni bekliyor...
Ne yalan söyleyeyim, benim içimden taşan duygu şudur:
Keşke AKP içinde kalarak bir fazilet mücadelesi verseydin...
Bak, seçim sonuçları senin “Yolsuzluğa ve gerilime son” vurgunu nasıl da haklı çıkardı... Keşke parti içinde kalıp, Bülent Arınç gibi olayın bir ucundan yakalayıp AKP’yi belli bir kalıpta tutmak için çaba harcasaydın...
Neyse... Neyse... Sanırım bütün bunlar için artık çok geç...
En iyisi bir kez daha “Allah utandırmasın” deyip sesimi keseyim...
Paylaş