İCLAL İLE TUNA: Vallahi de billahi de eşine az rastlanır bir uyumdur bu... İşte buraya yazıyorum: Bu ilişki pazara kadar değil, mezara kadar gider...
Çünkü tencere yuvarlanmıştır ve yemekler dökülmemiştir. Nereden mi çıkarıyorum bütün bunları? Nereden olacak, Tuna’nın yazılarındaki "ses" ile İclal’in yazılarındaki "ses" arasındaki müthiş benzerlikten... Tamam, Tuna’nın yazılarındaki "ses", bir parça daha artistik ve daha mürekkep yalamış bir ses... Tamam, İclal’in yazılarındaki "ses", daha yanık ve daha benmerkezci... Ama zararı yok. Bütün bunlar aradaki ses uyumunu gölgelemez. Ne diyelim? Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine!
GÜL İLE ERDOĞAN: Bu ilişki ne Süleyman Demirel / Cavit Çağlar ilişkisine benziyor, ne de Erbakan / Oğuzhan Asiltürk ilişkisine. Birbirlerine yakın gibiler ama uzak gibiler de... Karakter bakımından pek uyumsuz gibiler ama yine de iyi anlaşıyorlar. Birbirlerine karşı hırslarından arınmış gibi gözüküyorlar ama yine de arıza hırslardan çıkacakmış gibi görünüyor. Bir bakıyorsunuz "Bunlar kaderlerini birleştirmiş" yorumunu yapıyorsunuz, bir bakıyorsunuz "Bu tam bir konvansiyonel anlaşma" analizini yapmak durumunda kalıyorsunuz. Neresinden bakarsanız bakın, hafif çapta bir "muamma" var karşımızda.
HINCAL İLE HAŞMET: Fazlasıyla eşitsiz bir ilişki bu... Hıncal, Haşmet’i koruması altına almıştır, Haşmet de bu duruma fena halde razıdır. Televizyon programlarına dikkat edin: Hıncal bir konuda raconu kesmişse, Haşmet nasıl da bilir Hıncal’ın sözü üzerine söz söylenmeyeceğini. İşte buradan meydan okuyorum: Sayın bakalım, bir programda Haşmet, kaç kez "Hıncal Abi’nin de dediği gibi" demektedir. Buna mukabil Hıncal, kaç kez "Haşmet’in de dediği gibi" demektedir. Daha fenası da var: Diyelim ki Haşmet önce bir racon kesti... Hıncal ise tam tersi bir fikir serdetti. İşte tam bu noktada Haşmet’in gayet usturuplu bir tornistan çektiğini fark edeceksiniz. Aman, hemen "Zavallı Haşmet" falan demeyin. Her nimetin bir külfeti vardır özlü sözünü hatırlayın ve sesinizi çıkarmayın.
KAYA İLE HÜLYA: Boşanmış eşlerin hálá "dost" kalabilmeleri, bir medeniyet ölçüsüdür. Bu bakımdan hem Hülya, hem de Kaya kutlamayı hak etmektedir. Ancak insan düşünmeden edemiyor: Acaba bu gayet medeni duruma yol açan temel etken, Hülya’nın, bir "sükunet" ve "efendilik" abidesi gibi duran Feraye’yi sinir etmek arzusu mudur? Eğer "Abi sen de ne kadar fitne fesat bir adamsın" derseniz, o zaman bu muhteşem ikiliyi selamlar, sessizce köşeme çekilirim.
OKAN İLE HAKKI: Hakkı Bey bir dünyanın kapısını Okan ile yoklamaktadır. Okan ise Hakkı Bey aracılığıyla bir denetim mekanizması kurmaktadır. Bence her ikisi de iyi yapmaktadır. Hakkı Bey o yaşta Türkiye’nin en genç şovunun bir parçası olmuştur. Okan da onca popülaritesine rağmen Hakkı Bey’in rahle-i tedrisinden geçmeye razı olmuştur. Bu ikiliyi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
NÜKHET İLE OYA: Bu işi ilk Berna Laçin başlatmıştı. Hani şu meşhur "Aliye vakası"nın ardından Berna Laçin, "suskun eşin öfkeli kankası" kontenjanından nasıl da ortalığı birbirine katmış, aldatan kocaya nasıl da öfke kusmuştu. İşte bu geleneği Nükhet Duru sürdürdü... Ama bu işi öyle güzel yaptı ki, Berna Laçin gibi antipatik olmadı. Şen kahkahasını attı, dalgasını geçti, arkadaşına sahip çıktı, geri adımını attı. Kankalığın bir ölçüsü olduğunu, nereye kadar gidebileceğini pek güzel sergiledi Nükhet Duru. Bu açıdan biz en iyisi geleneği Berna Laçin ile değil Nükhet Duru ile başlatalım.
İZZET İLE DENİZ: İkisini de tanımam. Ne Deniz adlı manken ile "profesyonellik dışı" ettiğim tek bir kelam vardır, ne de İzzet Çapa kardeşimizin açtığı çılgın mekanlara adım atmışlığım. Buna rağmen aralarındaki dostluğu anlayabiliyorum: Çılgın, gerilime açık, şaka kaldırır bir ilişki bu. Taraflardan biri alttan alırken, diğerinin hep üste çıktığı bir ilişki değil. Esprisi burada, gücü burada. Biliyorum, üzerime vazife değil ama bu dostluk uzun sürer gibi geliyor bana.
ERMAN İLE ŞANSAL: Şansal, Erman’ın "küstah", "arsız" ve "sakınmasız" bir üslup kullanmasından rahatsızlık duyar gibi yapıyor. Oysa Erman konuşurken, dudaklarına kondurmaktan vazgeçmediği o ironik kıvrım, gerçeğin hiç de böyle olmadığını bize haykırıyor. Evet, Şansal "Aman hocam, zaman hocam" falan diyerek bir "rol" oynuyor, Erman ise Şansal’ın uyarılarını kaale almayarak başka bir "rol" oynuyor. Yani acayip menfaatçi ve acayip hakikilikten uzak bir ikili bunlar. İşleri bitsin, göreceksiniz, birbirlerinin yüzüne bile bakmayacaklar