Paylaş
Ezeli ve ebedi şeyhim olmazlar, ezeli ve ebedi muhalefet odağım da olmazlar.
* * *
Mesela Kemal Bey’i ele alalım.
Sükûneti, dürüstlüğü, soğukkanlılığı, terbiyesi, üslubu, fukara severliği, umut olması, demokratlığı, eleştiriye açıklığı, ahlakı, alttan alışı söz konusu olduğunda...
Avuçlarım patlarcasına alkışlarım kendisini.
Ama...
Dirayetsizliği, cesaretsizliği, birikimsizliği, yeni şeyler söyleyememesi, bazen tatsız polemiklerin parçası haline gelmesi, bir adım ileri, iki adım geri atması, liderliğindeki eksiklikler söz konusu olduğunda...
Kalemimden kan damlar.
* * *
Mesela Tayyip Bey’i ele alalım.
Hitabet gücü, liderlik becerisi, gündem tayin etme gücü, risk almaktan çekinmemesi, cesareti, meydan okuması, çalışkanlığı, halkla ilişki kurmaktaki ustalığı söz konusu olduğunda...
Hakkını teslim etmekten kaçınmam.
Ama...
Otoriter eğilimleri, takıntıları, dediğim dedik tavrı, tek adam pozları, uzlaşmaya kendini kapatması, eleştiri karşısında sinirlenmesi, burnundan kıl aldırmaması söz konusu olduğunda...
Kimse beni durduramaz, kıyasıya eleştiririm.
* * *
Son günlerde...
“Kemal Bey’e ilk günler destek veren Ahmet Hakan, şimdi vurmaya başladı” ya da “Tayyip Erdoğan’a bazen vuruyor, bazen selam çakıyorsun... Seni bir türlü anlayamıyoruz” türü cümleleri sıkça işitmeye başladım.
O nedenle...
İlk bakışta acayip “ilkesiz” gibi duran tuhaf pozisyonumun asla terk etmeyeceğim “ilkelerini” açıklayayım dedim.
İsterseniz bunları “Bir ilkesizin ilkeleri” olarak da yorumlayabilirsiniz.
Yeniçağ haram ise Vakit helal mi?
ERGUN Babahan, dünkü yazısında Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Yeniçağ Gazetesi’ne röportaj vermesini eleştirmiş. Hem de kıyasıya...
Neymiş Yeniçağ, Ergenekon’a destek veriyormuş, neymiş Devlet Bahçeli’yi bile eleştiriyormuş, şovenmiş falan...
O zaman soruyu soralım:
Katillere arka çıkan, işkenceci polisleri savunan, Trabzon’daki rahip cinayeti hakkında “Misyonerlik faaliyeti nedeniyle bir gencin hayatı kaydı” diyerek maktûlü cinayetin sorumlusu gibi gösteren, cepheleştiren, Yahudi düşmanlığı yapan, belden aşağı vuran, hakkında açılan davalardan yırtmak için bin türlü dalavere çeviren, hedef gösteren, ilkesizliği bayrak edinen Vakit Gazetesi hakkında ne buyrulur?
Malum bu gazetenin temsilcileri devlet uçak-
larında ağırlanıp sırtları
sıvazlanıyor da...
Artık gülmeye değer bulmadığım şakalar
BİR: Bin yıl sonra yeniden dönüp dolaşıp “Çarkıfelek” formatına tutunan Mehmet Ali Erbil’in her türden şakaları.
İKİ: Okan Bayülgen’in ankete dayalı sorularla yaptığı lise kantin esprileri.
ÜÇ: Salih Memecan’ın karikatürleri. (Ne gülmesi? Bakınca yüzümde acıklı bir ifade oluşuyor.)
DÖRT: İnce İnce Yasemince’deki şakalar. (Herkes benim gibi düşünüyor olmalı ki ekrandan hemen uzaklaşıverdi.)
BEŞ: Espri yeteneği sıfır olan yazarların acıklı güldürme çabaları.
ALTI: Bir zamanlar hepimizi kıkırdatan Hüsamettin Cindoruk’un bugünün siyasi gündemine yönelik yeni esprileri.
YEDİ: Beren Saat’in reklam filmlerindeki sözde komik performansı.
Fadlallah’ın ardından
ÖLMÜŞ...
Kimdi Muhammed Hüseyin Fadlallah?
Önce bir uyarı: “Lübnan Hizbullahı’nın manevi lideri” diye isim yapmasına ya da “Şii uleması” kıyafeti içindeki görüntüsüne bakılmasın lütfen.
* * *
O tam bir “aykırı” idi. Hafiften de “kafa dengi”.
Yanında her şeyi konuşabileceğiniz biri.
Felsefe yapardı, şiir yazardı, gülümserdi, gençlere tolerans gösterirdi.
Molla idi ama bildiğiniz mollalardan değildi.
Avrupalı gazeteciler onun hakkında “Siyah sarığını çıkarsa, karşınızda konuşmasıyla, beyaz sakalıyla ve açık renk gözleriyle Alman üniversitelerinden birinin felsefe profesörü duruyor sanırsınız” derlerdi.
Onca savaşın, acının, yoksulluğun, çetin siyasal mücadelelerin içinde bile “kadın özgürlükleri” diye tuttururdu.
“Kadın sünneti”ni çağdışı bulurdu, namus cinayetlerine savaş açmıştı, kadına yönelik şiddete karşı sayısız fetva yayınlamıştı.
Taliban’ı İslam dışı bir tarikat olarak nitelerdi, Usame’nin karanlık savaşına itirazı vardı.
Cesur, şefkatli, zeki, namuslu, Ortadoğu’da eşi benzeri pek görülmeyen türden bir din adamıydı.
Dost, düşman saygı gösterirdi ona.
İsrail’e şiddetle karşıydı. Ama şu tür cümleler kurmayı da ihmal etmezdi: “Eğer bir gün İsrail’de yaşayan bütün Yahudiler topluca Müslüman olsalar, onlara yine ‘Filistin’i terk edin’ deriz. Çünkü kimse kimsenin malını haksız bir şekilde gasp edemez”.
* * *
Fadlallah’ı yıllar önce Kâbe’de görmüştüm.
Samimiyetin, dürüstlüğün ve cesaretin evrensel izdüşümü gibi bir olaya tanıklık etmiştim:
Dünyanın dört bir yanından Kâbe’ye gelen kadınlar ve erkekler etrafını sarmışlar, Arapça “Hoş geldin ey ümmetin onuru” diye selamlıyorlardı.
Paylaş