Paylaş
En alengirli, en elektrikli, en eğlenceli, en dişi, en janjanlı, en hareketlendirici, en karıştırıcı mevzuları bulup ortaya atmakta süper mahirsiniz.
Sayenizde her köşe yazarının en temel derdi “Bugün ne yazsam” konusu tarihe karışmış durumda.
“Türkiye köşe yazarlığı müessesi”, size minnettardır.
Allah razı olsun.
* * *
Fakat Sayın Başbakan...
Bir sorunumuz var.
Konuları çok hızlı değiştiriyorsunuz.
İşte bakın:
Biz daha henüz yazmalara doyamadığımız “Muhteşem Yüzyıl meselesi”nin tadını tam çıkarmamışken siz hemen yine yazmalara doyamayacağımız bir başka konuyu gündeme getirip “Taksim’e cami yapacağız” dediniz bile...
Oysa “Muhteşem Yüzyıl meselesi”nden bize daha en az iki hafta ekmek çıkardı.
* * *
Sayın Başbakan...
Bütün köşe yazarları adına sizden rica ediyorum:
Lütfen “kürtaj”dan “idam”a, “Dolmabahçe sırları”ndan “dokunulmazlıklar”a, “Muhteşem Yüzyıl”dan “Çamlıca Camisi”ne, “Arda’nın berber ihtiyacı”ndan “Taksim’e cami”ye çok hızlı geçişler yapmayın.
Biz köşe yazarlarını düşünerek küçük es’ler verin.
Bırakın da konuların tadını tam çıkaralım.
Lütfen, lütfen ama...
Yeni ombudsmanı takdim ediyorum
HRANT Dink Türklüğe hakaret suçunu işlememişti.
Yazdığı metinde hakaret yoktu.
Buna rağmen Hrant’a Şişli Adliyesi’nde ceza verdiler.
Bin türlü yargısal sürecin sonunda konu Yargıtay Ceza Kurulu’na geldi.
Kurulda Hrant’ın “Türklüğe hakaret ettiği” görüşünü ağırlıklı olarak savunan isim Nihat Ömeroğlu idi...
Kuruldan karar, Ömeroğlu’nun istediği yönde çıktı:
“Hrant Türklüğe hakaret etti” dendi ve Hrant’ın cezası onanmış oldu. Bu kararın ardından Hrant’ın hedef haline gelmesi de kaçınılmaz oldu.
* * *
İşte bu Nihat Ömeroğlu, şimdi Türkiye’nin yeni “ombudsman”ı, yani “kamu denetçisi”.
Halk adına devleti denetleyecek.
Ömeroğlu, TBMM’de yapılan oylamayla seçildi. AK Partili milletvekillerinin verdikleri oylarla...
Ne diyelim? “Yetmez ama evet” mi diyelim, “Durmak yok yola devam” mı?
Seçim sizin.
Siyasi konulara girecek ünlülere üç adet tavsiye
BİR: Türban konusunda bu zamana mavi göğün altında/kara toprağın üstünde söylenmeyen hiçbir şey kalmadı. Bu konuda görüş belirtmeden önce söylenmiş bir milyon cümleden hiç değilse bir-iki tanesine bir bakın. Yoksa Pınar Altuğ durumuna düşersiniz.
İKİ: “AK Parti’ye oy verdim ben” diye bir açıklama yapacaksanız, bunun için en uygun zamanı kollayın... Yoksa Halil Ergün durumuna düşersiniz.
ÜÇ: “Ben Başbakanımızı çok seviyorum” diyeceksiniz de, “Atatürk olmasaydı biz olmazdık” diyecekseniz de iki kere düşünün... Yoksa keskin cepheleşmenin kurbanı olursunuz.
Altı maddede serbest kıyafet
BİR: Kişisel kanaatimi açıklıyorum: Okullarda türban serbest olmalı. İlkokul, ortaokul, lise... Hiç fark etmez.
İKİ: Yine kişisel kanaatimi açıklıyorum: Okullarda türban serbest olmalı ama başka tür kıyafetler de serbest olmalı...
ÜÇ: Yine kişisel kanaatimi açıklıyorum: Sadece türbanı serbest bırakıp başka tür kıyafetlere bin türlü yasak getirmek özgürlükçü yaklaşımla bağdaşmaz. İsteyen istediği kıyafeti giyebilmeli.
DÖRT: Hükümete düşen maksadını, amacını açıkça ortaya koymaktır: İlkokul, ortaokul ve liselerde türbanı serbest yapmak istiyorlar mı, istemiyorlar mı? Net bir tavır şarttır.
BEŞ: Arkadan dolanarak, “Üniforma zorunluluğunu kaldırıyoruz, okullarımız cıvıl cıvıl olacak” diyerek, “Amacımız tek tipçiliğe son vermek” diyerek... Asıl maksat gizlenmemeli.
ALTI: “Okullarda türbanı serbest bırakmak istiyoruz dersek çok tepki olur” mu deniyor? Tepki alacak her türlü konuyu gündeme getirmekte sıfır tereddüt sergilenirken böylesi bir gerekçeye sadece gülünür, komik olunmamalı.
Farkında mısınız?
BAŞBAKAN Erdoğan cami projelerinde kendisini “tek seçici” olarak görüyor.
Memleketimizde “deprem uzmanları” gibi “Kanuni uzmanları” türemeye başladı.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, artık iyiden iyiye Başbakan’ın ortaya attığı konuların sürdürücüsü durumunda.
Çarşamba akşamları yayınlanan dizi ve programlar, Muhteşem Yüzyıl’a vurulan hükümet darbesini sinsi bir sessizlikle izliyorlar.
Toplumun bir kesimini ateşleyen konu her şeye rağmen yine türban...
Herkes “Ferit Şahenk ne yapmalı” sorusuna yanıt arıyor.
Başbakan Erdoğan köşe yazarı olsa ortalık acayip karışır.
Müjde! İlk ‘başkan baba’ yazısı yazıldı
MARQUEZ’in “Başkan Babamızın Sonbaharı” kitabı aklıma geldikçe “Acaba Türkiye’de ‘başkan babamız’ yazısını ilk kim yazacak?” diye merak ederim.
Dikkat!
O yazı yazıldı.
Henüz bize özgü “başkanlık sistemi” gelmedi ama bize özgü “başkan baba” yazısı yazıldı.
Kim mi yazdı?
Fehmi Abi yazdı.
* * *
“Tayyip Erdoğan’ı anlamak” başlığını atmış yazısına Fehmi Koru.
Özetle şunları diyor:
Tayyip Erdoğan bir “baba” gibi titriyor ulusunun çocuklarının üzerine...
Çocuklarını zararlı alışkanlıklardan, kötülüklerden kurtarmak istiyor: Zırt pırt kürtaj olmasın istiyor, eli kanlı katillerin idam edilmesini istiyor, televizyon dizilerinin tarihi gerçeklere uygun olmasını istiyor, çocukların dershanelerde dirsek çürütmesine gönlü razı olmuyor, memlekette büyük ve güzel camiler olsun istiyor.
Sert babalar, çocuklarının iyiliklerini istedikleri için sert davranırlar.
Bu durumda bütün iş çocuklara düşmektedir.
Sert babaları ancak çocuklar yumuşatabilir.
Çocuklar doğru tavır sergilerse babalar da geri adımlar atarlar. Bu nedenle babanın her dediğine itiraz edilmemeli ya da babanın her dediğine topuk selamı çakılmamalı...
Çocuklar ne zaman büyür? Babaları karşısında haklı çıktıkça...
* * *
İlahi Fehmi Abi!
Marquez olamadan “başkan baba” yazısı yazmayı başardın.
Bir Marquez değilsin ama az da değilsin hani...
İstemeyen izlemesin
NEDEN “İstemeyen izlemesin” demek yerine...
Yasalardan, yargıçlardan, yasaklamalardan, talimatlardan, televizyon sahibinden falan söz ediyorlar?
Çünkü:Topluma güvenmiyorlar.
* * *
Onlara göre:
Ahali çocuk gibidir.
Neyi izlemesi gerektiğini bilmeyen, izlediğinden farklı anlamlar çıkarabilen, izledikçe yanlışlara sapan bir çocuk.
Kandırılabilir.
Eğlendiğini düşünürken zehirlenebilir.
Şuursuzca savrulabilir.
Elinden tutmak gerekir.
* * *
Size bir şey söyleyeyim mi?
“İstemeyen izlemesin demek yerine yasaklayan kafa” ile “darbecilerin ve askeri vesayetçilerin kafası” arasında zerre kadar fark yoktur.
Darbeciler ve askeri vesayetçiler de toplumu “çocuk gibi” görürler.
Kimi seçmeleri gerektiğini bilmeyen, kimin arkasından koştuklarının farkına varamayan, ülke için neyin iyi neyin kötü olduğunun ayırdına varamayan, nasıl inanacaklarını, nasıl giyineceklerini, nasıl düşüneceklerini bilmeyen çocuk gibi...
* * *
Darbecilerin ya da askeri vesayetçilerin topluma çocuk muamelesi yapması normal de, her ağızlarını açtıklarında “sandık/sandık” diye ortalığı inleten, “Milletim beni seçmiş” diye böbürlenenlere ne oluyor ki...
Yapılan her seçimde kendilerini seçmeyi bilen milletin, izleyecekleri televizyon dizisini seçmesini beceremeyeceğini düşünüyorlar?
Paylaş