Bizler adına "köşe yazarı" denilen tuhaf mahluklarız...
Káh çıkarız gökyüzüne seyreder álem bizi...
Káh ineriz yeryüzüne seyrederiz álemi...
İşimiz fitne çıkarmaktır bizim...
Ama bazen de yeryüzünü fesada boğanlarla çarpışırız...
Kimsenin gözünün yaşına bakmayız... Ama bazen de yaratılanı severiz, yaratandan ötürü...
Bizden kimseye dost olmaz...
Ama kimseye de kin tutmayız, kamu álem birdir bize...
Nankörüzdür...
Yaptığın kilometrelerce duble yolu görmeyiz ama oğlunun ve gelininin pırlanta ortaklığına kafayı öyle bir takarız ki sorma gitsin...
Hiç ama hiç güven olmaz bize...
"Helal olsun Tayyip" diye yazdığımız günün ertesinde bir bakmışsın "Bu Tayyip padişah mı olmak istiyor ne?" diye çakmışız başlığı...
* * *
Sayın Başbakan...
Trabzon Meydanı’nda Karadeniz’in hırçın dalgalarının önünde bizim uşaklara seslenirken demişsin ki:
"Ha bu köşe yazarları var ya... Ha bunlar ne kadar para alıyorlarsa o kadar küfür ederler, o kadar hakaret ederler... Maaşlı memurdur bunlar."
Doğrudur... Haklısın...
Ayda bir para alırız biz...
Kader bize "İhale peşinde koşan yandaş müteahhit" olmayı değil de "aylık peşinde koşan memur" olmayı münasip görmüş, neylersin...
Fakat...
"Ne kadar para / O kadar çakma" tezinde haksızsın be Sayın Başbakan...
Çünkü...
Bir bakmışsın...
Aramızdan 5 yıldır hiç zam almadan üç kuruşa talim edenimiz, ha babam çakıyor da çakıyor...
Fakat beri yandan... Bir bakmışsın...
Aramızdan "5 televizyon / 3 gazete"den aldığı para yüz milyarı bulanımız ise, bana mısın demiyor, ha babam yağlıyor da yağlıyor...
Sen bilmezsin... Böylesi tuhaf hallerimiz vardır bizim...
Sayın Başbakan...
Biz canı tez sıkılanlardanız...
Her gün Başbakan yağlayarak, her gün hükümet icraatı överek, her gün "Helal sana Tayyip" diyerek günler geçmez ki...
Yaptığımız muzırlıklar bundandır...
Biz aykırı gidenlerdeniz...
Sen istersin ki Allah’ın her günü senin destanını yazalım...
Biz ise şeytana uyarız: Allah’ın her günü açık ararız...
Allah kahretsin ki, şu köşe yazarlığı denilen tuhaf mesleğin doğası, "destan yazıcılığı"na değil de "açık arama" işine müsaittir...
Hiç kusura bakma: Doğamıza karşı gelemeyiz...
* * *
Ama durum senin açından hepten de ümitsiz değil Sayın Başbakan...
El koy bizim gazetelere, Katar parasıyla satın aldır bizim platformu, çevir iki katakulli, kat bizim grupları senin grubun içine...
Gör bak...
Aramızdan aldığı paranın karşılığını veren ve senin destanını yazan nice Emre Aköz’ler nasıl da çıkıyor. O zaman da şöyle dersin Trabzon Meydanı’nda:
"Ha bu köşe yazarları var ya... Ha bunlar ne kadar para alıyorlarsa, bizi o kadar yağlıyorlar... Maaşlı memurumuzdur bunlar..."
Mahsun’dan Yılmaz Güney olur mu?
Olmaz... Olamaz... Çünkü...
BİR Yılmaz Güney deli divane bir adamdı... Hayatını berbat etmeyi göze alabiliyordu... Kendinden geçiyordu... Mahsun ise kelimenin tam anlamıyla idare-i maslahatçının teki...
İKİ Yılmaz Güney tarafını seçmiş bir adamdı... Tavrını koyuyordu... Denklem kurmuyordu... Bombayı patlatıyordu... Mahsun ise bir tokat devlete atıyorsa, bir tokat da örgüte atarak vaziyeti kurtarma derdinde olan dengecinin teki...
ÜÇ Yılmaz Güney tribüne oynamıyordu... Melodram yaratmıyordu... Kaskatı gerçeği kendine özgü bir ifade biçimiyle yaşayarak anlatıyordu... Mahsun ise "burada düşündüreceğim / burada ağlatacağım" hesaplarıyla hareket eden bir hesap kitap adamıdır...
DÖRT Yılmaz Güney’in köşe yazarları yoktu... Özel gösterim bilmezdi... Gala yapmıyordu... Halkla ilişkiler çalışmasına zerre kadar yüz vermiyordu... Bileğinin hakkıyla kendini kabul ettirmiş bir adamdı... Mahsun ise daha filmi vizyona girmeden yaptığı atakla bu işlerin adamı olduğunu kanıtladı...