Paylaş
Saldıranların “Türban serbest bırakılıyor” diye yapıldığı söylenmişti.
O zaman yazmıştım:
“Hiç gocunma Egemen... Türban serbest bırakılıyor diye saldırıya uğramak senin için bir şereftir.”
Ama görüyoruz ki...
Egemen Bağış, “Bu benim şerefimdir” demek yerine yumurta atan öğrenciyi mahkemeye vermiş.
Şikâyetinde de “Siyah ceketimin sol üst köşesi yumurtadan lekelendi” ifadesine yer vermiş.
Yumurta atan öğrencinin iki yıl hapsi isteniyormuş.
Haklıyken haksız konuma düşmek dedikleri bu olsa gerek.
Oysa Egemen Bağış, özgürlük uğruna kirlenmenin bile güzel olduğunu söylemekle yetinmeyi tercih etseydi, o özgürlük karşıtı öğrencilerin biraz olsun utanmalarını sağlayabilirdi.
Ama “klas duruş”u kim kaybetmiş ki Egemen Bağış bulsun?
8 maddede yolsuzluk açıklama raconu
BİR: Eğer bir ana muhalefet lideri, bir yolsuzluk dosyası açıklayacaksa, o dosyanın her şeyden önce ele avuca gelir, dört başı mamur ve ortaya konduğunda 7.4 şiddetinde bir sarsıntıya yol açması şarttır.
İKİ: Başbakan’ın gözünün içine bakarak açıklanan bir yolsuzluk dosyasının, Başbakan’ı nakavt etmesi gerekir.
ÜÇ: Bir yolsuzluk iddiası, çok bilinmeyenli denklem gibi açıklanmaz. Mesele ne kadar karmaşık olursa olsun, anlatılan öykünün herkes tarafından “Neler dönmüş neler” diye karşılanması gerekir.
DÖRT: Bir partinin ikinci ya da üçüncü adamının yolsuzluk dosyası açıklama biçimi ile bir partinin genel başkanının yolsuzluk dosyası açıklama biçimi aynı olamaz. İkinci ya da üçüncü adam, sorular sorarak, yem atarak, oltaya getirerek oyunlar oynayabilir ama bir genel başkan, üstelik Meclis Genel Kurulu’nda bu taktiği izleyemez.
BEŞ: Eldeki yolsuzluk dosyası, karşı tarafa “gık” bile dedirtemeyecek denli sağlam ve anlaşılır değilse, o dosyanın Meclis Genel Kurulu’na taşınması stratejik hata olur.
ALTI: “Tartışmalı”, “nereye çeksen oraya gider”, “detayları karmaşık” bir yolsuzluk dosyası, iktidarın “O kadar aradınız da bunu mu buldunuz?” şeklinde küçümsemesine yol açar.
YEDİ: Sağlam olmayan yolsuzluk dosyalarıyla Meclis’in huzuruna çıkmak demek, lisan-ı hal ile “Elimizde başka malzeme yok” demektir. Bu da her şeyden önce iktidarın elini güçlendirir.
SEKİZ: Açıklanan yolsuzluk dosyasıyla beklenen etki yaratılamazsa, bundan sonra açıklanan her türden yolsuzluk dosyasına kulak veren çıkmaz.
Fehmi Koru nasıl kurtulur
FEHMİ Koru’nun gazetesinin yazarı İbrahim Karagül, “Kendi gazetemden yazarlar, Amerikan Büyükelçisi Edelman’dan etkilendiler, beni gazetemden atmak istediler” diye yazdı.
Fehmi Abi’den “çıt” çıkmadı.
Aynı yazar, kendisini kovdurtmaya çalışan kişinin Fehmi Koru olduğunu ima etti.
Fehmi Abi’den yine “çıt” çıkmadı.
* * *
Bu vahim iddiaları dert etmeyen, dert edinmek istemeyen Fehmi Koru’nun tek derdi var: “Doğan Grubu”...
Varsa “Doğan Grubu”, yoksa “Doğan Grubu”...
Şunca zamandır hiç bıkmadan, hiç usanmadan ve de zerre kadar hicap duymadan hep aynı şeyleri yazıyor:
“Onları at beni al” diyor.
“Onlar yeni duruma ayak uyduramadı, ben bu işleri çok iyi bilirim” diyor.
“Başlarına gelenleri hak ettiler” diyor.
“Patron iyi, çevresi kötü” diyor. Diyor da diyor.
Mümtaz’er Türköne’nin deyişiyle bu iş Fehmi Abi açısından tam bir “patoloji” olmuş durumda.
Neredeyse hepimize yumurtayla saldıracak.
* * *
Oysa Fehmi Abi’nin Doğan Grubu’nu “takıntı” haline getirmesinin elle tutulur bir mazereti de yok.
Mesele “para” ise, hepimizden çok para kazanıyor.
Mesele “iyi tatil” ise, yaz aylarında benim bile gitmediğim kıyılarda tatil yapıyor.
Mesele “şatafat” ise, Papermoon’a, Sunset’e benden çok uğruyor.
Mesele “iktidara yakınlık” ise, en yakın arkadaşı Cumhurbaşkanı...
Mesele “magazine dalmak” ise, kulis atmakta, tezvirat yapmakta, arkadan konuşmakta kimse eline su dökemez.
Mesele “ev bark sahibi olmak” ise, Beykoz dolaylarında deniz gören, müstakil bir “fakirhane”si bile oldu.
Mesele “televizyonda program yapmak” ise, 5 televizyondan birden kafayı çıkarıyor.
Ama hayır!
Bunların hiçbiri kesmiyor Fehmi Abi’yi...
Bir türlü yatışmıyor, bir türlü “Allah bin bereket versin” demiyor.
Şükretmiyor, yetinmiyor, doymuyor, kanaat etmiyor.
Gözü hep “Doğan Grubu”nda...
* * *
Peki Fehmi Koru nasıl kurtulur?
Bana göre bu derdin iki dermanı var:
BİR: Ya Allah kurtaracak.
İKİ: Ya da bir biçimde kapağı buralara atacak.
Manevi kurtuluşun söz konusu olamayacağı artık iyice anlaşıldığına göre, geriye kalıyor bir tek transfer yöntemi.
Ben razıyım.
Murat Yetkin’in o muhteşem takas önerisinden aldığım ayakla...
Buradan açıkça teklif ediyorum:
“Ben gideyim / Fehmi Koru gelsin.”
Yeter ki...
Fehmi Koru’da herhangi bir hicap duygusuna yol açmayan, ancak onun yerine hepimizin yüzünü kızartan şu meşhur “Doğan Grubu takıntısı” son bulsun.
Gülerce gazeteci mi Gülen’in sözcüsü mü?
ÖNCE kıssayı anlatalım:
Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, bir gazeteci olarak Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüştü.
Ancak Öcalan’ın avukatları, bu görüşmeyi “Bir gazeteciyle temas” olarak değerlendirmeyip “Fethullah Gülen hareketinin bir temsilcisiyle temas” olarak değerlendirdiler.
Gülerce’den edindikleri izlenimleri, Abdullah Öcalan’a “Gülen Hareketi’nden edindikleri izlenim” olarak aktardılar.
Abdullah Öcalan da bu izlenimlerden yola çıkıp, “Gülen Hareketi”ne çiçek attı.
Sonra da başlıklar geldi: “Öcalan-Gülen yakınlaşması”.
Başlıklar Gülen’i üzdü... Avukatı aracılığıyla yalanlama yaptı: “Kimse benim temsilcim değil. Kimse benim adıma görüşme yapamaz.”
Ve en sonunda Hüseyin Gülerce, özür üstüne özür dileyen bir yazı yazdı. Fethullah Gülen’in temsilcisi olarak algılanacağını düşünemediğini söyledi. Gülen’den özür diledi... “Hareket”ten özür diledi.
* * *
Kıssadan hisse:
Hüseyin Gülerce bir karar vermeli:
Gazeteci mi? Fethullah Gülen’in sözcüsü mü?
Bazı durumlarda “cemaat sözcüsü” sıfatına itiraz etmemek, bazı durumlarda ise “Ben gazeteciyim” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmak olmaz.
Eğer Hüseyin Gülerce, “sözcülük” ve “gazetecilik” sıfatlarından birini seçerse, bir daha bu tür arızalarla karşılaşıp özür dilemek zorunda kalmaz.
Yoksa yine özür dilemesi kaçınılmaz olur.
* * *
Son sözüm bir slogan olacak:
Yaşasın bağımsız, bağlantısız, misyonsuz, cemaatsiz, bagajsız, partisiz, lidersiz gazetecilik!
Paylaş