Paylaş
- Sabahın erken saatleri... Evdeyim.
- Gözümü yeni açmış, mahmurluktan kurtulmak için anlamsız hareketler yapıyorum.
- Fakat o da ne? Dışarıdan helikopter, patlama ve siren sesleri geliyor.
- Dışarıdan gelen bu ses, benim için en az beş kahve etkisinde... Sabah mahmurluğunu sıfırlıyorum yani. Kolayca.
- Balkona çıkış ve dışarıyı gözlemleme.
- Durum tam olarak şöyle bir şey: Evin önünde küçük bir nümayiş var. Polis sayısı, nümayişçi sayısının tam üç katı... Eylemci başına düşen biber gazı sayısı ise en az on sekiz.
- Ortalık biber gazı dumanıyla kaplı... Yani tam olarak “Evlerinin önü duman” olayı... Gazın yakıcı etkisiyle eve kaçıyorum.
- Hızlıca hazırlanıp mahalle kafesine çıkış.
- Kafede espressolarını yudumlayan Teşvikiye burjuvazisi, etrafı kayıtsız gözlerle izlerken bir anda Okmeydanı taraflarından geldiği tahmin edilen kızıl maskeli 20 kişilik bir grubun enerjik ve heyecanlı atılımı başlıyor. Polis de peşlerinde tabii.
- Ve tam kafenin önünde “kızıl maskeliler” ile “kasklı polisler” çatışması... Rahatı kaçan kafe ahalisinin kahvelerinden son yudumlarını alamadan kafenin içine kaçışı... Görülmeye değer manzaralar.
- Biber gazı kokusunun kışkırtıcı davetine kayıtsız kalamıyor ve “Ver elini Taksim” diyorum.
- Teşvikiye’den Taksim’e kadar tam 12 polis barikatından geçiyorum ki ateş altındaki Bağdat’ta bile bu denli sık barikat yoktu.
- Polis barikatlarını değişik sempatik tavırlarla aşa aşa Divan Oteli’nin önüne kadar gelebiliyorum.
- Divan’dan sonrası “yasak bölge”.
- “Yasak Bölge”ye girmeyi başarıyorum: Taksim’de kimseler yok.
- “Esnaf iş yapamıyor” diye Taksim’de miting yapılmasını yasaklayan irade, insansız şehir meydanı hüviyetine bürünen Taksim’de esnafın sinek avlamasına ne der diye düşünüyorum... Sonra aklıma “yüzde 43” ya da “yüzde 45” geliyor... Kayıtsızca esniyorum.
- An itibariyle Taksim: Sadece polisler ve kuşlar var...
- Alfred Baba’nın “Kuşlar” filminin yeniden çevrimi için bulunmaz fırsat... Taksim Meydanı, Kadir Abi’nin doğal film platosu gibi: Çirkin bir asfalt ve güzel kuşlar.
- Bu arada ıssız Taksim Meydanı’nda polis telsizi yankılanıyor: “Kani Beko direniyor”...
- Kani Beko mu? O da kim falan derken aklıma geliyor: DİSK Başkanı Kani Beko... Tavizsiz, ivazsız, Leh amca bıyıklı, kalın kaşlı, keskin bakışlı işçi lideri.
- “Kani Beko direniyor” ise... O zaman ver elini Şişli... Ver elini DİSK Genel Merkezi...
- Yine polis barikatlarından geçiş... Yine sempatik gayretler...
- Tam Harbiye üzerinden Şişli’ye geçecekken bir grup CHP milletvekiliyle karşılaşıyorum.
- “Hayrola” diyorum. “DİSK’in önünden geliyoruz” diyorlar. “Ne oldu?” diyorum. Mağluplara özgü bir kabullenmişlikle cevap veriyorlar: “Sokmadılar Taksim’e, biz de dönüyoruz.”
- Tam “Peki ama Kani Beko? O da mı bıraktı olayı?” diye soracakken... Vazgeçiyorum, sormuyorum.
- Ve mahalleye dönüş... Ama burnumda uzaklardan bir yerlerden gelen belli belirsiz biber gazı kokusu var.
1 Mayıs’tan üç kare seçtim
BAŞÖRTÜLÜ BACIM: Antikapitalist Müslümanlar, Fatih’ten yola çıkacaklardı ki polis engelliyle karşılaştılar. Adım bile atamadılar. Biber gazı falan... Bu arada “başörtülü bacılar” da etkilendi gazdan... Ortaya bu görüntü çıktı. İddia ediyorum: Hiçbir iktidar yetkilisi bu fotoğrafa bakıp “Benim başörtülü bacım” edebiyatına kendini vurmayacaktır. Çünkü o edebiyatın alanına girmiyor bu fotoğraf.
AH ULAN SELFIE: Eylemci arkaya eylem görüntülerini alıp selfie yapar da polisimiz yapmaz mı? İşte selfie hevesine kendilerini kaptıran bir grup “memur arkadaş”. Çekimi yapan polisin durumu ciddiye alışı ve diğerlerinin en artistik pozu vermek için uğraşması... Hepsi insana dair... Öyle olduğu için de güzel.
İŞTE BAŞKANIM TAKSİM: Uçsuz bucaksız bir insansızlık anıtı gibi Taksim... Bir zamanlar İstanbul’un mini mini valisi Fahrettin Kerim Gökay Bey, Taksim’de ilk mitingini yapan İsmet Paşa’ya meydanı gösterip “İşte Paşam, İstanbul” demiş ya... Bu fotoğraf da o hesap... Vali Hüseyin Avni Mutlu, Erdoğan’a bu fotoğrafı gösterip “İşte Başkanım, İstanbul” diyebilir.
Üç 1 Mayıs marşı
BİRİNCİ MARŞ: “1 Mayıs, 1 Mayıs... İşçinin emekçinin bayramı” diye başlayan marş. “Devrimin şanlı yolu”ndan söz eden, “halkların nasırlı yumruğu”dan dem vuran, “kavganın ufukları”na gönderme yapan marş... Cem Karaca güzel söyler bu marşı... Yeni keşfettim: Edip Akbayram da seslendirmiş bu marşı... Onun sesi de çok iyi gidiyor marşa... (Youtube: 1 Mayıs Marşı/Cem Karaca/Edip Akbayram)
*
İKİNCİ MARŞ: 1977’de ölenlerin anısına Ruhi Su tarafından yapılan marş. Adı “Şişli Meydanı’nda Üç Kız”. Yerel bir tınıya sahip olan bu marş, aslında tam bir ağıt... Zalimlere “Sabahın bir sahibi var” diye sesleniyor. “1977... Unutulmaz yılın adı/1 Mayıs Bayramı idi/Sorarlar bir gün sorarlar/Sabahın bir sahibi var/Sorarlar bir gün sorarlar/Biter bu dertler acılar/Sararlar bir gün sararlar.” Ruhi Su ve Dostlar Korosu çok güzel söylüyor. Grup Yorum’un yorumu da hiç fena değil. (Youtube: Şişli Meydanı’nda Üç Kız/Ruhi Su/Edip Akbayram)
*
ÜÇÜNCÜ MARŞ: Can Yücel’in kaleme aldığı “İşçi Marşı” adlı şiirden yapılmış iki beste var. Birini Yeni Türkü söylüyor, diğerini Cem Karaca... İkisi de güzel beste. Ama ben Yeni Türkü’nün söylediğini daha çok sevdim. Can Yücel’in şiiri ise muhteşem... “Hava döndü, işçiden, işçiden esiyor yel” diyen bir marş, dünkü 1 Mayıs görüntülerinin ardından ağızlarda kekremsi bir tat bırakıyor ama olsun... Neyse... Neyse... (Youtube: Yeni Türkü/İşçi Marşı/Cem Karaca)
Çocukluğuma gittim
12 Eylül günü İstanbul’daydım.
Fatih taraflarında bir yerde...
Yaş: 14.
*
Sokağa çıkma yasağı var ama kim takar.
Çıktık sokaklara.
Arabasız, insansız sokaklara...
Arada yollardan geçen askeri araçlar ve tankları saymazsak tabii.
*
Dün Teşvikiye’den Taksim’e doğru uzanırken...
14 yaşımın serinliğine gittim.
Taksim’i 1 Mayıs kutlamasına yasaklamak yerine...
Serbest bıraksaydınız...
Yılgınlık ile bilinç arasında
1 Mayıs 2014’e dair tespitler yaptım.
Takdim ediyorum:
*
- Katılmak isteyenlerin sayısı fazla değildi. En azından geçen senekine göre.
- İnatçılar ve ısrarcılar dışındakiler evlerine çekilmişti.
- Birinci nedeni yılgınlıktı bunun.
- “Çıkıyoruz, dayak yiyoruz, eve dönüyoruz ve sonuçta değişen bir şey olmuyor” yılgınlığı.
- İkinci nedeni ise bilinç ve farkındalık.
- “Çıkıyoruz, dayak yiyoruz, eve dönüyoruz ve sonuçta yine kazanan iktidar oluyor” bilinci ve farkındalığı.
- İktidarın “bunlar etrafı yakıp yıkmak isteyenlerdir” propagandasına malzeme sunmama kaygısı... Böyle bir bilinç... Böyle bir farkındalık.
- Bu bilinç ve farkındalık önümüzdeki yıllarda mutlaka bir çözüm bulacaktır.
- Hem boyun eğmeyen, hem de iktidara malzeme sunmayan bir çözüm.
Paylaş