Paylaş
- BAKAN BEY: Genç kızın avucuna biraz para sıkıştırarak seri adımlarla namaza gidiyor. Giderken de “Orada çok para var, düşürme sakın” demeyi ihmal etmiyor.
*
- KANSERLİ KIZ: Avucuna para sıkıştırılması karşısında kendisini fena halde aşağılanmış hissediyor.
- BAKAN BEY: Avuca sıkıştırılan paranın bir “aşağılama nedeni” olarak algılanmasına şaşıp kalıyor. En azından bir “Allah razı olsun” bekliyor.
*
- KANSERLİ KIZ: Avucuna sıkıştırılan o parayı kabul etmesi halinde kendine olan saygısını yitirecek... Bu yüzden parayı iade etmek için bir köşede Bakan Bey’in namazını bitirip camiden çıkmasını bekliyor.
- BAKAN BEY: Namazdan
çıkan Bakan Bey, kanser
hastası genç kızın parayı iade etmek için kendisini beklediğini görünce
şaşıp kalıyor. İçinden “Allah Allah” diyor, “Bu nasıl iş” diyor, “Hiç görmedim böyle şey” diyor.
*
- KANSERLİ KIZ: “Siz beni hiç anlamadınız” diyerek gözyaşları içerisinde avucuna sıkıştırılan parayı Bakan Bey’e iade ediyor.
- BAKAN BEY: Genç kızı daha da ağlatacak şekilde anlamamaya devam ediyor ve şöyle diyor: “Para veriyorum almıyorsun, ben daha ne yapayım!?”
*
- KANSERLİ KIZ: Gözyaşları içinde “Ben dilenci değilim, ben dilenci değilim” diyor. Daha ne desin!
- BAKAN BEY: Makarna, kömür dağıtarak minnet hissi yaratmaya alışmış bir politik kültürün temsilcisi olduğu için, “Ben dilenci değilim” diyen birini görünce uzaylı görmüş gibi oluyor... Ve hiç ama hiçbir şey anlamamaya devam ediyor.
*
- KANSERLİ KIZ: “Nasıl oluyor da Bakan Bey ile ben bu denli ayrı noktalardayız, iki insan bu kadar mı farklı dünyaların insanları olabilir” hissiyle ağladıkça ağlıyor.
- BAKAN BEY: Yine anlamıyor... Gözyaşlarını “daha okkalı bir yardım beklentisi” olarak algılıyor ve “Tamam kızım ağlama, gereken yapılacak” diyor.
*
- KANSERLİ KIZ: Bireysel sorununa bireysel çözüm aramıyor, bireysel sorununa genel bir çözüm arıyor.
- BAKAN BEY: Sadaka kültürüne alışmış ve alıştırılmış bir toplumda böylesi bir çözümü aklının ucundan bile geçirmiyor... İddia ediyorum: Hâlâ da geçirmiyor.
*
SONUÇ:
Lütfen kınamaktan, şaşırmaktan, sinirlenmekten, üzülmekten vazgeçin.
Ortada şaşacak bir şey yok.
Olmayacak şeydir Bakan Bey’in o genç kızı anlaması.
Çünkü...
“Bakan Bey” ile “Kanser hastası genç kız” apayrı iki insanlık anlayışının, apayrı dünyaların, farklı kültürlerin, çelişen maneviyat algılarının, birbiriyle taban tabana zıt onur ve erdem kavrayışının temsilcileridir.
Türkiye’nin insanı yorma nedenleri
- EN tarihi sinema salonunun, bir alışveriş merkezinin dördüncü katına taşınması girişimine gösterilen tepkilere yetkililer tarafından “gürültü” denmesi...
- Bir insanın sadece “Atatürk” demesinin bile çılgınca alkışlanması için yeterli gerekçe oluşu...
- “Ödül töreni” düzenleme işinden zerre kadar çakılmamasına karşın bitmek tükenmek bilmeyen “ödül töreni” düzenleme hevesi...
- Futbolda ve siyasette en tutulan şahısların, en öfkeli kişiler olması...
- Kendi kutsalına saygı bekleyenlerin, başkalarının kutsallarına rahatça dil uzatabilmeleri...
- Adlarının başına “TC” koyarak vatan kurtardıklarını sananlarla dolu olması...
- Devlet yetkililerinin “Göstericileri niye gazladınız” sorusuna “Araya provokatörler karıştı da ondan” diye cevap vermeleri...
- Deniz Baykal’ın sadece “Türk milleti” tabirinin değişip değişmemesi konusunda heyecanlanması...
Bir şiir yazdı diye 10 ay hapis cezası
İSTER Ömer Hayyam’a ait olsun, ister başka bir şaire...
İster Fazıl Say paylaşsın, ister başka biri...
“Cennet” ile “kerhane” sözcüklerini yan yana getiren o şiir, fevkalade yakışıksız ve fevkalade münasebetsizdi.
*
Böyle bir metin karşısında ne yapılmalıydı?
Gayet basit.
Kendisini rencide olmuş hissedenler, “Bu ne münasebetsiz bir şey” ya da “Edep yahu” deyip geçmeliydi.
O kadar.
*
Fakat ne yapıldı?
Olay mahkemeye taşındı.
Başka bir dönemde olsa önüne gelen bu davayı asla ciddiye almayacağını bildiğimiz mahkeme, dönemin havasına uygun davranarak konuyu ciddiye aldı ve Fazıl Say’a hapis cezası verdi.
*
Bu basit bir olay değildir ve altından kalkılması imkânsız sonuçları olacaktır.
Mesela şu tür sonuçlar:
- “Bir şiir okuduk diye bizi hapse attılar” ezberinin karizması, fena halde bozulacaktır.
- Türkiye’de hukukun dönemin ruhuna göre işlediği algısı bir kez daha kafalara çakılacaktır.
- “Başkalarının kutsallarına laf etmek serbest, sadece İslam’ın kutsallarına laf etmek yasak” diye bir sonuç çıkacaktır.
- “Aşağılama” gibi gayet muğlâk bir alan kullanılarak ifade özgürlüğünün önünün kesilmesi yürürlükte olmaya devam edecektir.
- Kendisini rencide olmuş sayan herkes mahkeme kapılarına koşacaktır.
- “Muhafazakârların egemenliğinde iş artık mahkeme aracılığıyla had bildirmeye kadar vardı” algısı herkesi saracaktır.
- “Bunu suç sayan, şunu neden suç saymasın” türü sorular cevap bekleyecektir. (Minik bir örnek: Müptedinin teki çıkıp da Yunus Emre’nin “Cennet cennet dedikleri/Birkaç köşk ile birkaç huri” şiirini, “Burada cennet-i âlâya saygısızlık yapılıyor” diye mahkemeye verirse ne olacak?)
*
Kısacası...
Nereden baksan kötü... Nereden baksan fena...
Kokoş dili ve edebiyatı
- BİRİNE iltifat ederken: Sende star ışığı var.
- Havalı bir tutum alırken: Ben artık rafine şeker kullanmıyorum.
- Gidilen mekân beğenilmediyse: Çıkalım buradan, enerjisi çok düşük...
- Felsefe yaparken: Her şey farkındalıkla başlar, yaşanmışlıkla biter.
- Espri yaparken: Yaşam koçum intihar etti.
- İnançtan söz ederken: Ben en çok kuantuma inanıyorum.
- Özeleştiri yaparken: En büyük kusurum insanlara güvenmek.
- Tutum alırken: Bohemim ben bohem.
- Politik takılırken: İdeolojilerini dayatıyorlar ama çok da çalışıyorlar ayol... Birbirlerine inanılmaz bağlılar...
- Sinemadan söz ederken: En sevdiğim film “Kasım’da Aşk Başkadır”.
- Mizahtan söz ederken: Cem Yılmaz dendiğinde gülmeye başlıyorum.
- Kelime dağarcığını geliştirirken: “Nobran” kelimesini çok seviyorum, reklamdan öğrendim.
Bu taksimi kurt yapmaz
ERGENEKON Davası’nda gelinen son nokta şudur:
Ömür boyu hapsi istenen insanlara mahkeme salonunda tanınan savunma hakkı iki saat.
Bir tarafta:
Ömür boyu hapis...
Diğer tarafta:
İki saatçik savunma hakkı...
*
Ne diyordu Necip Fazıl:
“Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa”.
Paylaş