İslam dininin, cenaze törenleri için çizdiği genel çerçevenin içini "şık bir şekilde" dolduracak görgü ve donanıma sahip değilse...
Ve eğer bir ülkenin görgü ve donanım sahipleri...
İçinden "din" geçen her şeye karşı "aşırı mesafeli" bir durumda ise...
Bu ülkede intizamlı ve vakarlı bir cenaze töreni düzenlemek mümkün müdür?
Bence değildir.
Duygu Asena için düzenlenen cenaze töreni bir kez daha göstermiştir ki...
Biz bu "son görev" işini beceremiyoruz.
* * *
Peki ne oldu Duygu Asena’nın cenaze töreninde?
Ne olacak?
Şunlar oldu:
BİR: Cami avlusunda tam bir kaos vardı: Her köşede "Ooo! Mehmet Beyler de buradaymışlar" havası vardı. Avlu bir tür sosyalleşme ortamına dönüşmüş durumdaydı: Çoktandır görülmemiş dostlarla hararetli kucaklaşmalar falan. Üç beş kişi bir köşede "medya dedikodusu" yapmaktaydı. Kimileri de Yaşar Kemal’in etrafını çevirmiş, tokalaşmak için sıra bekliyordu. Cami avlusunda kameralara poz vermekle meşgul olanlardan ise hiç söz etmeyelim.
İKİ: Vakar yoktu. Huşu yoktu. Organizasyon yoktu. Görevliler yoktu. Uyarılar yoktu. Kimse ne yapacağını bilemiyordu. Bunun yerine kargaşa vardı. Düzensizlik vardı.
Mesela, avluda başsağlığı dilemek için Duygu Asena’nın yakınlarını bulabilmek bile mümkün değildi.
ÜÇ: Cenaze namazını kıldıran "Hoca Efendi"nin, Duygu Asena ile ilgili en küçük bir bilgisi bile yoktu. Hoca, Türkiye’de "kadın" sözcüğünün utanılacak bir sözcük olmadığını kanıtlamak için mücadele vermiş bir yazar için "Hatun kişi niyetine" dedi ve başka da bir şey demedi. Dua kısmında ise yine Duygu Asena için "özel bir şey" yoktu. Ne Asena’nın savaş açtığı "töre cinayetleri"ne bir gönderme, ne de "kadın hakları" konusunda küçük bir işaret. Hocamız, onca gazeteciyi karşısında görünce, duasına "Atatürk ve silah arkadaşlarını" katarak, "kahraman ordumuz ile emniyet teşkilatımız"ı ekleyerek "sosyal içerik" kattı. Ne dersiniz? "Kadının Adı Yok"u okumuş ve analiz etmiş bir "imam" beklentisi, biraz fazla uçuk bir beklenti mi?
DÖRT: Namaz sırasında kaos daha da arttı. Düzensiz saflar nedeniyle namaza katılanlar ile katılmayanlar bile ayırt edilemiyordu. Ama caminin üst katında başları örtülü namaz kılan üç kadın, Duygu Asena’nın cenaze namazı için hayli anlamlı bir görüntü oluşturuyordu.
BEŞ: Namaz ve dua... Toplam 5 dakika... Herkeste bir tatminsizlik hissi... Herkeste bir acıyı tam olarak paylaşamamışlık duygusu... Çünkü "dini alan", Duygu Asena için özel olarak tek bir sözcük bile sarf etmemişti. Ve ortaya çıkan bu "müthiş boşluk", dini törenin hemen ardından başlayan alkışlarla telafi edilmeye çalışıldı. "Dinimizde böyle bir uyguluma yoktur" diyenlere buradan seslenelim: Bu tatminsizlik hissine karşı ne önerirdiniz?
ALTI: Bu arada cenazeye ideolojik bir hareket de el koydu: Feminist hareketin öncü isimleri, birdenbire "Kadınlar vardır" marşını söylemeye başladılar. Cami avlusunun bu tür bir gösteri için uygun bir yer olmadığını, nezaket içinde hatırlatacak bir kişi bile çıkmadı.
Bir düzeltme
GEÇEN günkü yazımda "Bulgar Türkleri" tabirini kullanmıştım.
Meğer bir duyarlılığın üzerine gitmişim.
Meğer Bulgaristan’da yaşayan Türkler, benim kullandığım "Bulgar Türkleri" tabirine ifrit oluyorlar ve bunun yerine "Bulgaristan Türkleri" denmesini istiyorlarmış.
Buradan Balkan Türkleri Dernekleri’ne sesleniyorum:
Lütfen örgütlü protestolarınıza bir son verin.
Ağzıma acı biber sürdüm, bundan sonra zinhar "Bulgar Türkleri" demeyeceğim, "Bulgaristan Türkleri" diyeceğim.
Sözüm söz.
Akıp giden günlerimiz
ARDI ardına gidenlerin isimleri sıralandıkça dilimize o hüzünlü Zülfü Livaneli bestesi takılıyor.
Bakalım sözlerini tam olarak anımsayabilecek miyim?
"Çözülen bir yün yumağı / Akıp giden günlerimiz / Mezar taşlarından suskun / Sessiz sitemsiz... Savrulan yapraklar gibi / Akıp giden günlerimiz / Cenaze törenlerinde / Sessiz sitemsiz... Bir suçluyu aklar gibi / Akıp giden günlerimiz / Sanki bir sır saklar gibi / Sessiz sitemsiz... Bir kitaba başlar gibi / Koşarken yavaşlar gibi / Ölen arkadaşlar gibi / Sessiz sitemsiz..."