İşte Sean Penn denilen adamın gerçek yüzü

Başbakan Erdoğan’a ve AK Parti yetkililerine “Sean Penn” desek, ne cevap verirler?

Haberin Devamı

Muhtemelen şöyle şeyler söylerler:

Times denilen gazeteye ilan verip bizi eleştirme cüretinde bulunan densiz alçağın teki.
Oscar ödülü aldım diye havaya girmiş kendini bilmezin biri.
Kendi ülkesinin yaptığı haksızlıkları görmeyip bizim buradaki küçücük bir arızayı mesele yapan hadsiz.
Kimin oyuncağı olduğunun bile farkında olmayan bir maşa.

Başbakan’a ve hükümet yetkililerimize haber veriyorum:
Yaptığınız bu değerlendirmeler
süper eksik.

*

Çünkü Sean Penn denilen adam, melanetlerini sadece bizim hükümetimize karşı sergileyen bir adam değildir.
Bizim hükümetimize dil uzatma cüretini gösteren bu şahıs, hiç çekinmeden kendi hükümetine de dil uzatmasıyla meşhurdur.
Hatta bizim mazlum hükümetimize
uzattığı dilin çok daha büyüğünü
ABD hükümetlerine uzatır.
Koskoca Amerikan başkanlarına neler demiştir neler...

*

Bu adamın günahları saymakla bitmez:

11 Eylül üzerine çektiği kısa filmde “11 Eylül saldırısı, solan çiçeklerin açması gibidir... 11 Eylül oldu, çiçekler açtı” yaklaşımını ima edecek kadar radikal bir adamdır. (Fakat her ne hikmetse Bush bile bunu mahkemeye vermedi. Adama “Terörü övüyorsun” diyen çıkmadı. “Çabuk ağzını çalkala, çabuk kameranı kır” demek kimsenin aklının ucundan geçmedi. Amerika’nın Hüseyin Çelik’leri öylece sustular.)

Ülkesiyle ilgili, ülkesinin tarihi ve kültürü ile ilgili ağza alınmayacak laflar etti. Mesela şöyle dedi: “Toprağı talan ettik, Kızılderilileri katlettik... Bu nesilden nesle sirayet etti. Bizim kültürümüz bir suç kültürüdür”. (Fakat ne hikmetse bu sözler üzerine “Sen nasıl benim atalarıma söversin ahlaksız adam” diyen çıkmadı... Amerikan savcıları harekete geçmedi. “Vay vatan haini vay” manşetleri atılmadı. Bu Amerikalılar da bir tuhaf canım.)

Gazete ilanı verip hükümetlere atarlanmayı çok sever bu adam... Amerikan başkanlarına gazete ilanlarıyla kafa tutar... Cukkayı alan gazeteler de basarlar bu adamın ilanlarını... (Nasıl bir düzense artık... Koskoca başkanlar ne bu adama, ne de bu adamın ilanını basan gazetelere tek bir laf bile etmezler.)

Ülkesi Irak’a çıkarma yapacak... Amerikan askerleri yolda... Ülkesinin askerleri ölüme gidiyor... Bu adam ne yaptı dersiniz? Ne yapacak? Gitti düşman ülkenin, yani Irak’ın yöneticileriyle bir araya geldi... Yani sizin anlayacağınız düşmanla resmen ve alenen işbirliği yaptı... (Fakat... Fakat... Amerika’da bunun hakkında tek bir dava bile açılmadı. “Vay sen nasıl gidip de düşmanımızla görüşürsün” diyen çıkmadı... Bir tek yapımcısıyla arası açıldı, o kadar... Ne iş yahu, ne iş?)

Oscar aldı bu herif... Tören vakti... Git, adam gibi heykelini al, ailene teşekkür et ve çekil değil mi? Yok, ille bir arıza çıkaracak. Ne yaptı? Tuttu olayı politik bir şova dönüştürdü, Oscar’ı siyasete alet etti. Koskoca Amerikan Başkanı’na laf çaktı... (Törene
katılanlar da bunu çılgınca alkışladılar iyi mi? Sanatçı milleti değil mi? Dünyanın her yerinde aynı... Hepsi hükümet düşmanı.)

Bunun bir de açlık grevi macerası var... Düşünebiliyor musunuz: Güya savaşa karşıyım diyerek koskoca Amerikan Başkanı’nın konutunun önünde, yani Beyaz Saray’ın önünde çadır kurup açlık grevi yaptı bu adam... Üstelik zavallı Susan Sarandon bacımızı da kandırıp onun da açlık grevine gitmesini sağlayarak... (Ne tazyikli su, ne biber gazı... Kimse ilişmedi bunlara... Kahrolası federaller müdahale bile etmediler bu adama... İşbirlikçi federaller! Alçaklar.)

*

Size bir şey söyleyeyim mi?
Bu Sean Penn’in akıllanıp yatışması, uslu bir vatandaş olabilmesi için...
Şöyle birkaç seneliğine bizim buranın vatandaşlığına geçmesi, bizim elimize düşmesi şart.
Bizim savcılarımızla tanışması, bizim adaletimizi tatması, bizim işverenlerimizle iş yapması, bizim fezlekelerimize maruz kalması, bizim tutukluluk sürelerimizi yaşaması, bizim Melih Gökçek’in komplo teorileriyle kafa tokuşturması falan gerekir.
İşte o zaman görür Hanya’yı, Konya’yı...
Ve bir anda mum gibi oluverir.

Haberin Devamı


Üç kişilik bir öykü

Haberin Devamı

ÖNCE şu cümleleri okuyalım:

Hamile kadınlar ama’sız istediği her kıyafeti giyebilir, istediği gibi sokağa çıkabilir.
Bunun izin verir gibi, icazet verir gibi söylenmesi bile rahatsız edici.
Olması gereken, normal olan kadınların hamile olsun ya da olmasın istedikleri kıyafetlerle dışarı çıkmasıdır.
Bir kadın olarak etrafa baktığımda benim de “acaba” dediğim kıyafetler oluyor. Ancak bunu kendi içimde ifade ediyorum.
Bir kadın istediği kıyafeti giyebilir ve kıyafet özgürlüğünü kullanır. Başka biri de bu kıyafeti beğenmediğini söyleyerek ifade özgürlüğünü kullanır. Burada asıl mesele bu ifade özgürlüğünün başkalarının özgürlüklerini kısıtlamamasıdır.
Başörtülü bir kadın ve avukat olarak tüm hayatım bunun mücadelesiyle geçti. Dolayısıyla bir kadının kıyafetinin hamile olsun ya da olmasın kısıtlanmasını kabul edemem.

Bu sözleri söyleyen kişi Özlem Zengin Topal...
Şu anki görevi:
AK Parti İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı.

*

Özlem Zengin Topal...
Ömer Tuğrul İnançer...
Ve ben...
Üçümüz de yıllar önce Kanal 7’deydik.
Özlem Zengin Topal hayata dair programlar yapardı, Ömer Tuğrul İnançer ise tasavvuf sohbetleri...
Ben de haberleri sunardım.

*

Köprülerin altından geçen suların ardından:

Ömer Tuğrul İnançer hamile kadınların nasıl giyineceklerine karışma hakkını kendinde gören biri haline geldi.
Özlem Zengin Topal tıpkı eski günlerde olduğu gibi yine “kıyafet özgürlüğü” diyerek tutarlılığını korumasını bildi.
Bana düşen ise...
Tuğrul İnançer’e kökten itiraz etmek, Özlem Zengin Topal’a da gönülden katılmak oldu.

Haberin Devamı

Lanet olsun

Mısır cuntası vazifesini hakkıyla yerine getiriyor: En temel insan haklarından biri olan “toplanma hakkı”na ateşle karşılık veriyor...
120 kişiyi gözünü bile kırpmadan öldürüyor...
Amerika “Mısır’da darbe oldu dersek Mısır’a yardım yapamayız, yardım yapamazsak Mısır istikrarsızlaşır, Mısır istikrarsızlaşırsa İsrail’in güvenliği tehlikeye girer” şeklinde insanlık dışı bir denklem kuruyor...
Batı “Bütün bunlar Mısır için olağan... Mısır zaten böyle bir yer...” tavrıyla olup biteni seyrediyor.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere bütün bir Körfez, cuntadan yana tavrını pekiştiriyor...
İslam dünyası bin türlü hesapla katliamlar karşısında sesini yükseltmiyor, yükseltemiyor...
“Reel-politik” adlı kahrolası sinsilik nedeniyle bütün ülkeler zulme rıza gösteriyor. Herkes Mısır cuntasıyla “bir biçimde” iletişimi arttırmaya çalışıyor.

*

Ne diyelim?
Alayına lanet olsun.

Haberin Devamı

Yavaş: CHP’den aday olmayacağım

MANSUR Yavaş...
Ankara’da geçen seçim MHP’nin adayı olmuş ve başarılı bir sonuç almıştı.
Herkes onun bu seçimde ne yapacağını konuşuyordu.
Dünkü yazımda “CHP’den aday olacağını tahmin ediyorum” diye yazmıştım.

*

Mansur Yavaş aradı ve ne yapacağını gayet net bir şekilde anlattı.
Söyledikleri şunlar:

Ben MHP’den aday olmak istiyorum. Genel Başkan Bahçeli beni istemiyor... Ama ben yine de bayrama kadar bekleyeceğim. MHP’nin beni aday göstereceğine hiç ihtimal vermiyorum ama yine de bekleyeceğim.
CHP’den ya da AK Parti’den aday olmam...
Bu iki partiden birinden aday olmam halinde Türkiye’deki kutuplaşma siyasetine destek vermiş olurum. Bunu istemiyorum.
CHP ya da AK Parti’den aday olmam halinde bana “kendini pazarlıyor” diyenler haklı çıkmış olurlar. “Mansur Yavaş belediye başkanı olmak için parti değiştirdi” derler... Buna yol açmam.
CHP’ye de, AK Parti’ye de kapım kapalı...
CHP’den aday olmam halinde “İstanbul’da CHP/Ankara’da MHP” şeklinde özetlenen formül hayata geçmiş olur. Buna karşıyım ben. Kurgularla siyaset olmaz.
MHP beni istemezse... Eylülde bir anket yaptıracağım. Bana yüzde 15-20’lik bir destek varsa aday olacağım.
Bağımsız aday olmayı tercih etmem. Mutlaka bir siyasi parti şemsiyesi gerekir. Bu açıdan iddiası olmayan bir partiden, mesela Millet Partisi’nden, Demokrat Parti’den, Besim Tibuk’un partisinden aday olabilirim.


Yazarın Tüm Yazıları