Huber kahvaltısına dair

ÖNCELİKLE...

"Ulan seni çağırmadı diye böyle yazıyorsun değil mi?" şeklindeki olası çemkirmeleri bertaraf edebilmek amacıyla bazı noktaların altını kalın bir şekilde çizmeliyim:

Arkadaşlar!

Ben ki sabahları yataktan kalktıktan sonra en az iki saat konuşamayan bedbaht bir adamım...

Hatta bu yüzden güne, "Lay lay lay! Yaşamak ne güzel" diye başlayanlara hafiften kıl bile olurum...

Kolay adapte olamam güne...

İlla ki günlük cerideler dalgın bir edayla karıştırılacak... İlla ki üç sert kahve devrilecek... İlla ki "uyku" ile "uyanıklık" arasındaki halden kurtulmak için belli bir vaktin geçmesi gerekecek...

Dolayısıyla sabah vakti resmi çerçevede verilen bir kahvaltı daveti, benim için ancak "kábus senaryosu" olabilir.

Üstelik...

"Altı gazeteci / Bir Cumhurbaşkanı" türünden denklemlerin belirlediği toplantılarda da feci sıkılırım, ne diyeceğimi bilemem... Anti sosyal ve defansif kişiliğim açığa çıkar... Her yanım kaşınır...

Ayrıca...

Pastırmadan da hiç hazzetmem...

Yani aşağıdaki cümlelerin, "Çağrılmayan Yakup" olmaktan kaynaklanan aşırı alınganlıkla hiçbir ilgisi yoktur...

* * *

Lafı dolandırmadan söyleyeyim:

Abdullah Gül’ün Huber Köşkü’nde bir grup gazeteciyi kahvaltıda ağırlaması, bal gibi de bir akreditasyon uygulamasıdır...

Ve işin daha da fenası...

Ömürlerinin önemli bir bölümünü "akreditasyon uygulamaları"na itirazla geçirmiş olanların, Gül’ün uyguladığı "akreditasyon uygulaması""Ne var bunda?" diyerek karşılamalarıdır.

Cumhurbaşkanı Gül’ün Talat Sait Halman gibi, İlber Ortaylı gibi, Halil İnalcık gibi bilim adamlarını bir masa etrafında toplayıp "fikir sofrası" kurmasını, fazlasıyla gösterişçi ve öykünmeci bulsam da, anlayışla karşılayabilirim...

Ancak iş "medya alanı"na gelince farklılaşır...

Çünkü...

Cumhurbaşkanı Gül, artık bir siyasi görüşü temsil etmemektedir.

Ayrıca Gül’ün, "Herkesin Cumhurbaşkanı olacağım" şeklindeki taahhüdü de hálá kulaklarımızda çınlamaktadır.

Bu nedenle...

Medyadan "kafa dengi" isimleri bir araya getirmesi ve bu görüntü aracılığıyla, "Bakın biz ne güzel anlaşıyoruz... Bu tür kahvaltılar için davet mi almak istiyorsunuz... İşiniz kolay... Siz de bizim kafaya gelin... Üç trilyon size de çıkabilir" mesajı vermesi kabul edilemez.

Çünkü...

Cumhurbaşkanlığı makamı, bu ülkenin gazetecileri arasında "kafa dengi" ayrıştırması yapmaya hiç müsait değildir.

Yahu biz 7 yılı aşan görev süresince sadece Cumhuriyet Gazetesi’ni dikkate alan ve Kanaltürk’ün gecesine katılan Ahmet Necdet Sezer’i ne diye eleştirmiştik?

* * *

Bu satırların yazarı...

Askerlerin uyguladığı akreditasyona gazetecilik yaşamı boyunca şiddetle itiraz etmiştir... Ve askeri tesislere girememektedir...

Bu satırların yazarı...

Başbakan’ın uçağına binmek olgusu üzerine sayısız makale döktürmüştür... Ve şu anda uçağa binememektedir... Binmek gibi bir derdi de yoktur...

Bu satırların yazarı...

Abdullah Gül’ün kafa dengi değildir... "Huber kahvaltısı"na imrenerek bakmamaktadır... Zaten imrense dahi davet edilmesi imkánsızdır...

Kısacası...

"Huber kahvaltısı"na yönelik bu itirazı, gücü ele geçirenin yavaştan "akreditasyon"a kaydığı bu memlekette, akreditasyon denilen uygulamadan nefret eden bir gazetecinin itirazı olarak okuyun lütfen...

İslami keimde değişen trendler

ESKİDEN- Üniversitelerdeki İslamcı gençler acayip radikal olurdu... Sert girerlerdi... Seyyid Kutub’un "Yoldaki İşaretleri"ni okurlar, "İnkılapçı" takılırlardı... Lügatlerinde hoşgörü yazmazdı... Beyazıt Meydanı "kazanım" alanlarıydı... "Kudüs Günü" için bildiri dağıtırlar, "İsrail’i haritadan silmekten" falan söz ederlerdi. Fethullah Hoca’nın aşırı barışçı mesajlarından hiç hazzetmezler, Erbakan’ı bile "tavizkár" bulurlardı.

BUGÜNLERDE-
İslamcı öğrenciler, Fethullah Gülen için kavga ediyorlarmış! Gazetelerden öğrendim: İstanbul Üniversitesi’nde Fethullah Gülen’i karalayan bir dergiyi satan "solcu" öğrencilere posta koymuşlar... "Fethullah Hocamıza laf söyletmeyiz" demişler... Çatışma çıkmış... Yaralananlar bile varmış... Okudum ve "Nereden nereye" dedim...

* * *

ESKİDEN-
Siyasi İslam’a gönül vermiş ailelerin erkek çocukları, "ehli dünya" olmasınlar diye hemen başgöz edilirlerdi... Biraz boy atan, yaşı gelen erkek çocuklar, "İhvan"dan ya da "Teşkilat"tan birinin başörtülü küçük kızıyla evlendirilirdi... Flört hak getireydi... "Kız arkadaş" falan kitapta yazmazdı...

BUGÜNLERDE- Gazetelerden öğrendiğimize göre... İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın oğlu Ömer Topbaş, Cem Yılmaz gösterisine "kız arkadaşı" ile gitmiş... Fotoğrafları da var: Başkan’ın oğlu Ömer ve yanında "şirin bir genç kız"... Üstelik şirin genç kızın başı da açık... Demek ki... Kadir Abimiz oğlunu hemen başgöz etmek için herhangi bir atak yapmamış... Ve üstelik... Ömer Topbaş’ın fotoğraf çekilirken gösterdiği kayıtsızlıktan yola çıkarsak, Kadir Abi’nin bu "flört olayı"na onay verdiğini bile söyleyebiliriz. Kısacası, galiba bu alandaki trend de değişiyor!
Yazarın Tüm Yazıları