BİR: Menkıbelere, mucizelere ve efsanelere boğulmuş bir mezhebin mümini olmaya galiba kişiliğim pek müsait değil. Yani "Fatima’nın Üç Sırrı" tarzı masalların peşine düşecek kadar naif değilim.
İKİ: Görevleri "Tanrı" ile "kul" arasına girmek olan ruhban sınıfının, o katı hiyerarşik yapıya sığınarak sergiledikleri kasıntı mı kasıntı edaya ifrit olurum. Ayrıca onların "Hakikat bizim ellerimizdedir" havasıyla kibir abideleri gibi ortalıkta dolaşmalarına da kıl olurum.
ÜÇ: Hayatım boyunca bir yanağıma vurana öbür yanağımı çevirip, "Kardeş! Bu yanağıma da vurmaz mıydın? Hatırım kalır vallahi" demedim. Belki de Vatikan’a soğukluğum bundandır.
DÖRT: Ayrıca "Bir yanağına vurana öbür yanağını çevir" diyen Vatikan’ın samimiyetsizliğinin de farkındayım. Çünkü Vatikan’ın, "Soğuk Savaş" döneminde bir yanağına vurulanların, öbür yanaklarına da vurulmasını sağlamak için az fırıldak çevirmediğini bilirim.
Ancak buna rağmen...
"Gelme Papa!" diye miting düzenlenmesine de sıcak bakmıyorum.
Ne yani?
Miting meydanında, "Sen bizim inancımızı aşağılarsan biz de senin inancınızı aşağılarız" oyunu mu oynayacağız.
Bunun yerine...
"Vakur mu vakur" bir ev sahibi olsak ve bu tutumumuzla inancımızı aşağılayan Papa’yı utandırsak...
Çok daha zarif davranmış olmaz mıyız?
Hadi diyelim ki bunu beceremiyoruz...
Bari "Senin dinin sana / Benim dinim bana" emri ilahisini seslendirmekle yetinsek...
Abi zoruyla türban
BAZI okurlarım şöyle yazmışlar:
"Emine Erdoğan daha önce yaptığı bir açıklamada, abisinin baskısıyla başını örttüğünü söylemişti. Abisinin zoruyla başını örten bir kadın, neden kocasının baskısıyla başını açmasın?"
Bunu yazanlara göre, "Tayyip Erdoğan, karısının başını açtırsın ve Çankaya’yı hak etsin" diyen eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç Paşa haklıdır.
Ancak...
Ben böyle düşünmüyorum.
Her şeyden önce şu sorunun yanıtını vermek zorundayız:
Dün abisinin zoruyla kıyafetini değiştiren bir kadın, ömrü boyunca erkek egemen baskının altında kalmaya mahkûm mudur?
Yani...
Bir zamanlar abi baskısına maruz kalmış bir kadına, "Sen geçmişte bir erkeğin baskısına boyun eğdiğini söylemiştin. O halde şimdi de kocan sana baskı yapabilir" mi diyeceğiz?
Eğer Emine Hanım’ın erkek egemen baskıya karşı edilgen bir tutum izlediğini düşünüyorsak...
Tayyip Bey’e "Söyle eşine, başını açsın" demek meşru mu olacak?
Vallahi ister paşa olsun, ister ağa, ister bey...
Hiç fark etmez...
Hiç kimse "evlilik ilişkisinde erkeğin buyurgan rolde bulunduğu"nu meşru sayacak bir yaklaşım içinde olamaz.
Bunu söylerken derdim ne türban, ne laiklik, ne cumhuriyet, ne siyaset...
Derdim basit mi basit bir uygarlık meselesine dikkat çekmek.
Ağla sevgili yurdum
ANADOLU’nun bir kentinde mülki zevat eşliğinde "Öğretmenler Günü" kutlaması yapılıyor.
Öğretmen adaylarının başörtülü, türbanlı, yemenili falan yakınları da salonda...
Tören başlamadan önce şöyle bir anons geçiliyor:
"Başörtülüler lütfen dışarı çıksın."
Bazı kadınlar toplantıyı terk ediyor, bazıları da başlarını açıyor.
Bana da terk edenlerin incinmişlikleri ile başını açanların küçük düşürülmüşlükleri arasındaki mahiyet farkını düşünmek kalıyor.
* * *
Anadolu’nun başka bir kentinde ise "Şuurlu öğretmenler" toplantısı yapılmış.
Kadınlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde oturmuşlar.
Törende dini mesajlar verilmiş.
"Şuurlu" sözcüğünü epeydir işitmemiştim.
Oysa... Bir zamanlar "hakiki ve mücahit Müslüman" anlamında kullanılırdı.
Biri için "Şuurlu" dendi mi, cemaat içinde bunun ne anlama geldiği hemen anlaşılırdı.
İçe kapanma, ayrı bir klik oluşturma, farkın altını çizme, kendi özel dilini yaratma dönemlerinde kullanılan bu sözcüğün yeniden gündeme gelmesi şaşırttı beni.
Demek yeniden içe kapanılıyor dedim içimden.
Ve böylece...
Bir kez daha "Başörtülüler lütfen dışarı" ile "Şuurlu öğretmenler" arasında sıkışmış kalmış hissettim kendimi.