Paylaş
* Eğer “Bundan sonra sana her kim ki demokrat der, karşısında bizi bulur” diye kükreyemiyorsak...
* Eğer hep birlikte “Bizim patronumuz okurumuzdur” diye yürüyüşe geçemiyorsak...
* Eğer “Ne yapacaksın Başbakan? Maliye’ye ceza mı kestireceksin?” diye posta koyamıyorsak...
* Eğer köşelerimizi boş bırakarak falan toplu eyleme geçemiyorsak...
* Eğer Başbakan’a manşetlerimizden “Özür dile” ya da “Sözünü geri al” diye çağrıda bulunamıyorsak...
* Eğer “Söz söyleme hürriyeti bütün hürriyetlerin anasıdır” diyemiyorsak...
* Eğer “Sen nasıl Avrupalı lidersin?” diyemiyorsak...
* Eğer şöyle ağzımızı doldurarak “Diktatör mü olmak istiyorsun?” diye soramıyorsak...
* Eğer Başmüzakereci Egemen Bağış’ı “Ne diyorsun Başbakan’ın ‘Kov şu gazetecileri’ çağrısı için...” diye bulduğumuz yerde sıkıştıramıyorsak.
* * *
Eğer bunların hiçbirini yapamıyorsak...
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tüm aşağılamalarına, horlamalarına, gözdağı vermelerine, tehditlerine müstahak oluruz.
Manzaraya bakınca zillet içinde “Galiba müstahakız” diyorum, başka da bir şey diyemiyorum.
İskender Pala’nın kitabı bana neyi öğretti
İSKENDER Pala’nın “İki Darbe Arasında” adlı kitabını bir gecede soluksuz okudum.
Gerçekten de “çok faideli bir eser”miş.
12 Eylül’de orduya giren, 28 Şubat’ta ordudan atılan bir subayın anıları...
Kitapta muhafazakar ve iyi niyetli bir gencin hayata tutunma çabalarından askerlik hiyerarşisinin neden olduğu haksızlıklara, ilm-i siyasetin öneminden 28 Şubat’ın subay ve astsubaylar üzerindeki etkisine, başörtülü bir eşin askeri lojmanlardaki hayatından namaz kılan bir subayın çektiği sıkıntılara, Güven Erkaya’dan İlhami Erdil’e...
Her şey var...
Ama benim dikkatimi en çok “İrtica suçundan ordudan atılan bir subay”ın vebalı muamelesine tabi tutulması çekti.
Şimdi askere karşı aslanlar gibi kükreyen muhafazakarlar, ordudan atılan İskender Pala’yı parasız, işsiz ve ilgisiz bırakmışlar.
Boşuna dememişler, “Yiğidin yiğitliği kritik anlarda belli olur” diye...
28 Şubat’ın değiştirdiği 15 şey
* BİR: Liderlik Erbakan’dan Erdoğan’a geçti.
* İKİ: Mücahitlik demode, müteahhitlik moda oldu.
* ÜÇ: Sakallar kısaldı.
* DÖRT: “Sokak İslamcısı”, “Kayseri İslamcısı”, “Ticaret Odası İslamcısı” gibi kategoriler doğdu.
* BEŞ: Hayatın imandan ve cihattan ibaret olduğu unutuldu.
* ALTI: Artık kimseler “darülharp” demez oldu.
* YEDİ: Parola “Başbakan”, işareti “Adam gibi adam” oldu.
* SEKİZ: “Cip ve türban” adlı yeni bir ikili doğdu.
* DOKUZ: Gırtlağı patlatırcasına hitabet, bir tek Tayyip Erdoğan için meşru hale geldi.
* ON: “Gizli andıç” bitti, “açıktan andıç” başladı.
* ON BİR: Bin yılın o kadar uzun bir süre olmadığı anlaşıldı.
* ON İKİ: “İrtica” elden gitti...
* ON ÜÇ: “Bir Yalım Erez vardı ne oldu ona?” dedirtti.
* ON DÖRT: Fişleyenler ile fişlenenler yer değiştirdi.
* ON BEŞ: “Sütü bozuk” oldu “kanı bozuk”.
Son günlerde anladım ki
* Mazhar Alanson’un adı “balyoz” olan güncel politik göndermeli bir şarkı yapmaması gerektiğini anladım.
* Türklerin Atatürk hakkında doğru dürüst bir sinema filmi çekmesinin imkansız olduğunu anladım.
* İzmir’in bazen İstanbul’dan bile soğuk olabileceğini anladım.
* Tarkan da olsa insanın insan olduğunu ve hatasız kul olmayacağını bir kez daha anladım.
* “Boyoz” adı verilen İzmir yiyeceğinin acayip yağlı olduğunu anladım.
* Körün ölmesi durumunda hakikaten de “badem gözlü” olabildiğini anladım.
Paylaş