Paylaş
BİR: Önce bir medya patronunun işlerinin ne kadar kötüye gittiğini yazın. İKİ: Ardından o medya patronunu aslında çok sevdiğinizi belirtin. ÜÇ: En sonunda aslında bütün arızanın patronun gazetesinde yazıp çizenlerden kaynaklandığından dem vurun.
Örnek vermek gerekirse...
Aşağı yukarı şöyle bir yazı:
* * *
Bugünlerde Yeni Şafak Gazetesi’nin patronu Ahmet Albayrak’ın durumuna çok üzülüyorum.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en kötü günlerinde yanında olmuş bir işadamı Ahmet Albayrak.
Hatta AK Parti’yi iktidara taşıyan ilk seçimden önce Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal arasında yapılan ekran tartışmasının da odağındaydı.
Sonra Ahmet Albayrak, bir parça kadraj dışında kaldı.
İhale alamıyor, bürokratları telefonla taciz edemiyor, alacaklarını tahsil edemiyordu.
Başbakan Erdoğan, “agresif işadamı” portresi çizen Ahmet Albayrak’a mesafe koymaya başlamıştı.
Durum o kadar hazindi ki Ahmet Albayrak, işleriyle ilgili bazı sorunlarını gazetesinin manşetinden duyurmaya çalışıyordu Erdoğan’a.
Bu hazin durum bugünlerde de hızını kesmiş değil.
İşlerin bu hale gelmesinde iktidarın Yeni Şafak Gazetesi’ne artık eskisi kadar ihtiyaç duymamasının payı büyük kuşkusuz...
Ama en az onun kadar etkili olan başka bir husus var, o da gazetenin performansı.
Yeni Şafak, yüzde 47 oy almış bir iktidarın desteğini hak edecek etkinlikte bir gazete olamadı.
Tirajı düşük, kamuoyunu etkileme gücü hayli eksik.
Gazetenin iki ayrı köşesinde kalem oynatan bir yazarı, sürekli başka gazetelerle haşir neşir... Sürekli başka patronları, başka genel yayın yönetmenlerini ve başka yazarları yazıyor.
Albayrak Grubu, ekonomik olarak darboğazda... Bazen Yeni Şafak personeli maaşlarını alamıyor.
Ahmet Albayrak ise ülkenin yeni düzenini kavrayamıyor.
Muhtemelen kendisine akıl verenler, “Patron, devir bizim devrimiz, asılmaya devam” falan diye gaz veriyorlardır kendisine.
Oysa Ahmet Albayrak’ın gaza değil, doğru dürüst stratejilere ve doğru dürüst yol göstericilere ihtiyacı var.
Bir gazeteci olarak hiçbir medya patronunun zor duruma düşmesini istemem.
Albayrak’ın içine düştüğü zor durumda gazetesinde yazıp çizenlerin etkisi olduğunu da söylemiyorum.
Ben sadece uyarı görevimi yapıyor ve Ahmet Albayrak’a “Böyle giderse daha da zora düşeceksin” diyorum.
Kulak kabartıp kabartmamak, gereğini yerine getirip getirmemek herkesin kendi bileceği iş...
(Not: Yazıdaki son cümle Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru’nun Taha Kıvanç müstearıyla yazdığı yazının son cümlesinden bilinçli olarak çalınmıştır.)
İyimser bir gül
BAHAR geliyor, çiçekler açıyor.
Ankara’ya hafiften bir sağduyu geliyor.
Mesela Deniz Baykal, “AK Parti’ye giderim” diyor.
Mesela Devlet Bahçeli, “Ahmet Türk’e yapılan saldırıyı kınıyorum” diyor.
Yumruk atan maganda bile ortamın etkisi altında “Türk halkından özür diliyorum” demek zorunda kalıyor.
İyimser bir gül açıyor yanaklarımızda...
Niçin yazıyorum
“NİÇİN yazıyorsunuz” sorusu edebiyatçılara sorulduğunda anlamlı olabilecek bir soru.
“İşi arzuhal yazmak olan bir katip efendi”ye böyle bir soru sorarsanız, alacağınız tek ve gerçek karşılık şu olur: “Ekmek parası için...”
Biz köşe yazarları ise “arzuhal yazan katipler” gibi değiliz. Ama edebiyatçı gibi de değiliz.
En azından bizim yazma arzumuzu, “yazmadan duramam” diye haykıran derin bir yaratıcılık hissi beslemiyor.
Peki o zaman bir köşe yazarı niçin yazar?
Kendi adıma bütün içtenliğimle ve bir çırpıda sayabileceğim nedenler şunlardır:
* * *
- Ekmek parası için yazıyorum.
- “Eski bir arzu”mu tatmin etmek için yazıyorum... Yani artık çok eskilerde kalan edebiyatçı olma sevdamı, edebiyata pek de yatkın olmayan bir formatta hafiften tatmin etmek için yazıyorum.
- Misyon sahibi olmadığımı göstermek için yazıyorum.
- Eğlenmek ve eğlendirmek için yazıyorum.
- Sözünün üstüne söz söyletmezlerin sözünün üstüne söz söyleme yaramazlığını yapmak için yazıyorum.
- Biraz “kolpacı” takılacağım lütfen affedin: Hayatı paylaşmak için yazıyorum.
- Öfkemi, günahlarımı, erdemimi, zaaflarımı, kıskançlıklarımı, centilmenliğimi ortaya koymak için yazıyorum.
- Pusu kültürünü yer ile yeksan etmek için yazıyorum.
- Sabit fikirli olmak, yandaşlık yapmak ya da 40 yıl aynı şeyleri yazmak gibi hususiyetlerin erdem olmadığını kanıtlamak için yazıyorum.
Kamer vs Kuzu
* BİR: Kamer Genç mağdur yaratır. Burhan Kuzu mağduru oynar.
* İKİ: Kamer Genç, Kuzu’yu ifrit ettiğinin farkındadır. Burhan Kuzu, tesirsizliğiyle daha da ifrit olur.
* ÜÇ: Kamer Genç, “kuzu beyni” diyerek soyadından çakar. Burhan Kuzu, “Sende kuzu beyni bile yok” diyerek üste çıkar.
* DÖRT: Kamer Genç saldırıdadır, Burhan Kuzu defansta...
* BEŞ: Kamer Genç Messi’dir, Burhan Kuzu Rüştü...
* ALTI: Kamer Genç hem şahsi hem resmi görüşünü açıklar. Buhran Kuzu sadece şahsi görüşünü...
* YEDİ: Kamer Genç hedef aldı mı sonuna kadar gider, Burhan Kuzu bir noktada durur.
Paylaş