Paylaş
Demirel’i, Türkeş’i, Erbakan’ı yasaklı yaptıkları günlerde de nefret ederdim bu saçma yasaktan.
Recep Tayyip Erdoğan’ı engellemek için devreye soktuklarında da.
*
Siyasi yasak denilen meret, iki türlü de kullanıma uygun:
*
- BİR: Yükselen bir siyasetçinin önünü kesmek için de kullanılıyor.
*
- İKİ: Azıcık gözden düşen siyasetçi tarafından yeni bir atak imkânı olarak da kullanılıyor.
*
Her iki kullanım da siyasette haksız, adaletsiz, anti demokratik bir yarışın yaşanmasına yol açıyor.
*
Hukukçularımıza sesleniyorum:
*
Şu siyasi yasak denilen illetin siyasete musallat olmasına son verecek bir hukuk doktrini geliştirilemez mi?
Yoksa bu illetle yaşamaya devam mı edeceğiz?
ZERRE ALAKADAR OLMADIĞIM ŞEYLER
- Cem Yılmaz’ın içtiği viskiye kaç para verdiği umurumda bile değil.
*
- Faruk Bildirici’nin etikçi zabıta amiri tavırları hiç ilgimi çekmiyor.
*
- Haydar Baş’ın oğlunun Altılı Masa’ya hangi formülle oturacağına dair analizlere dönüp de bakmıyorum bile.
*
- Elon Musk’ın yeni oyuncağı Twitter’da yaptığı mavi tik yaramazlıklarını okumadan geçiyorum.
*
- En aşırı sıkıcı filmden bile daha sıkıcı: Halk TV kime yakın, Sözcü kimi destekliyor, Tele 1 kime çalışıyor falan.
ASLI BAYKAL’IN ETKİSİ NE OLUR
DENİZ Baykal’ın kızı Aslı Baykal, önce CHP’den istifa etti. Sonra da CHP’ye zehir zemberek eleştiriler yöneltti.
*
Soru şu: Aslı Baykal’ın CHP seçmeni üzerindeki etkisi ne olur?
*
Cevap veriyorum:
*
Sıfır olur. Sıfır olur. Sıfır olur.
*
Soyadının Baykal olması dışında siyasette herhangi bir varlığı olmamış birinin CHP’ye veryansın etmesinin hiçbir CHP’lide zerre kadar karşılığı olmaz.
*
O Aslı Baykal ki...
Daha ses tonunu bile bilmiyoruz.
Nasıl olacak da tutumuyla, tavrıyla, eleştirileriyle bir referans olacak?
*
Sırf Baykal’ın kızıdır diye dikkate alınacaksa...
Babasını dikkate alırız, kızını niye dikkate alalım.
*
Babanın durumuna baktığımızda da gördüğümüz şudur:
*
Gidişattan memnun olmadığına dair işaretler verse de...
CHP içinde kalmaya gösterdiği özen, olağanüstü bir seviyede.
ZORLU İZLENİMLERİ...
TOGG’LA MÜŞERREF OLDUK
DÜN günümün büyük kısmını Zorlu’da geçirdim.
*
Daha kapıdan adımımı atar atmaz gözüme çarptı Togg standı.
“Dur, bir bakayım” dedim.
*
İlk izlenimim:
Biraz uzaktan bakıldığında bayağı heybetli görünüyordu.
Tasarım açısından da gayet yakışıklıydı.
*
Yanına yaklaştım.
“Kapıları açılmıyor mu acaba?” diye sordum görevliye. Acayip teknik bir cevap verdi. Cevabı tam anlamadım. Ama anladığım kadarıyla her gelene kapıları açmıyorlarmış.
Elimle gölge yapıp penceresinden içeri baktım.
Ön tarafı çok elektronik bir havadaydı.
“Burası komple ekran mı?” diye sordum görevliye. Gururla “Evet” dedi.
“Vitesi nerede bunun?” diye saçma bir soru sordum.
Görevli, yine gururla “Şu küçük mekanizma” dedi.
Sonra simülasyon odasına geçtik. Orada yeni tabirle otomobili “deneyimledik”.
*
Tam çıkıp gidiyordum ki...
Baktım millet fotoğraf çektiriyor.
Ben de gaza gelip verdim pozumu.
*
Zorlu’da ikinci durağım Cantinery oldu.
Michelin tavsiyeli restoranın ön kısmında oturup gelene geçene baktım biraz.
Ve şuna karar verdim:
Buranın enerjisi, Nişantaşı kafelerinin enerjisinden çok daha yüksek.
*
Cantinery yönetimine bir şikâyetimi iletmek istiyorum: Menünüzde bulunan Ezine peynirli pide, görünüm itibarıyla çok güzel. Ancak acayip tuzlu. İki dilim yedikten sonra üç şişe su bile susuzluğumu dindirmedi. Aman buna bir çare.
*
Zorlu’daki son durağım Parle oldu.
Parle denilince akla kimin adı gelir? Tabii ki Abdullah Kiğılı’nın...
*
Abdullah Bey’le şahane bir muhabbet çevirdik.
İhracattan, tekstilden, markalaşmadan, ekonomiden söz ettik.
*
Siyasete de girdik.
Abdullah Bey, seçim yaklaştığı için çok sevinçli olduğunu söyledi.
“Neden?” diye sordum.
Cevap verdi:
*
“Seçim bizim bayramımızdır. Lacivert ve siyah takım elbisenin en çok satıldığı dönem, seçim dönemidir. Utanmasam her yıl seçim yapılsın derim.”
Paylaş