Paylaş
Değerli okul aile birliği yöneticileri...
Lütfen ama lütfen...
Mekteplerimizde 9-10 yaşlarındaki çocuklara anlamını bile bilmedikleri kelimeleri gırtlaklarını patlatırcasına söylettirip yarıştırmaktan vazgeçelim.
* * *
Mesela “İstiklal Marşı okuma yarışmaları”nı ele alalım...
Ne oluyor bu yarışmalarda?
En fazla gözyaşı döken, en fazla bağıran, en fazla el kol hareketi yapan bir yavrucak birinci seçiliyor.
Yetmiyor...
Bu aşırı teatral gösteri, “İşte vatan sevgisi bu...” falan diye takdim ediliyor.
9-10 yaşındaki bir çocuk, İstiklal Marşı’nı okurken gözyaşı falan döküyorsa, ortada marazi bir durum vardır.
Çünkü o yaşta bir çocuğun İstiklal Marşı’nın ruhunu kavraması ve o ruhun etkisiyle ağlaması imkansızdır.
Psikolojiden falan çakmam ama bu durumu “Büyüklerin gözüne girmek için acıklı bir yırtınma çabası” olarak değerlendirecek kadar izanım vardır.
* * *
Gelin, bu fazlaca otoriter hava yayan ve çocukluk hallerine uymayan yarışmalara “dur” diyelim...
Unutmayın:
Buna itiraz etmenin, buna “dur” demenin, ihanet-i vataniye ile falan bir ilgisi yoktur.
Sadece ve sadece yeni yetişen neslin ruh sağlığını korunmasını istiyorum.
Tek muradım budur.
Defne’ye karşı asimetrik psikolojik harekât
SENELERCE senelerce evvelmiş.
Bir fitne ülkesinde Defne Samyeli diye bir kız yaşarmış...
Sene 1994 galiba...
“Show’da Show” adında bir “talk şov” programıyla “televizyon alemi” denilen bir cangılın içine girmiş Defne...
“Leoparlı” falan bir klip çekmişler Abdullah Oğuz’la...
Maksat hem kendisiyle, hem kliplerle, hem de leoparlı giysilerle ufaktan kafa bulmakmış.
Matraklık yapmışlar yani...
Sonra bu kızcağız, “habercilik” alanına kaymış... Senelerce habercilik yapmış...
Ardından da habercilik alanından elini eteğini çekmek durumunda bırakılmış.
Bu arada evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış...
Aile hayatında bazı tatsızlıklar baş göstermiş...
Ve o, bu tatsızlıklarla boğuşurken...
Günlerden bir gün...
O eski “leoparlı klip”, bağlamından koparılarak, “Bakın Defne’ye... Bir zamanlar neydi? Şimdi ne oldu?” imasıyla sanal alemin her tarafına boca edilmiş...
Adı üstünde... Burası bir “fitne ülkesi”dir.
Ne ayıp bilinir burada, ne de günah...
Kimlerle neden kanka olmak isterdim
*EDİP CANSEVER: Yağmurlu günlerde Kapalıçarşı’daki dükkanına gidip son yazdığı şiiri okumak için...
*CEMAL SÜREYA: “Cemal Abi, sen en iyisi bu hafta bir Yıldız Tilbe portresi yaz” diye öneride bulunmak için.
*OĞUZ ATAY: Soğuk bir kış günü beyaz mantoları giyip bir tren yolculuğu yapmak ve “Demiryolu Öykücüleri”ni yad etmek için...
*YUSUF ATILGAN: Anayurt Oteli’ndeki anti-kahraman Zebercet’in gerçekten yaşayıp yaşamadığını sormak için...
*REFİK HALİD: Cağaloğlu Yokuşu’nda buluşup 1910’ların İstanbul’unun yaşam tarzı üzerine esaslı bir geyik çevirmek için...
*YAHYA KEMAL: Papermoon’da buluşup, gerçekten de yemek yerken pisleşip pisleşmediğini gözlemlemek için...
*NECİP FAZIL: Şişkin egosunu daha da şişirip kendisiyle ilgili kuracağı muhteşem cümleleri not almak için...
*NAZIM HİKMET: “Yapılır mıydı bu Piraye Abla’ya...” diye sitem edip gerekçelerini dinlemek için...
*CAN YÜCEL: Kumkapı’ya dadanıp beraberce sevgi duvarını aşmak ve çöpçüler tarafından uyandırılmanın zevkine varmak için...
*SAİD-İ NURSİ: O güzelim balköpüğü rengi otomobiline binip İstanbul’da şöyle bir tur atmak için...
*CEMİL MERİÇ: Görmeyen gözlerinin hayatında yarattığı boşluğu hafifletmek amacıyla kendisine kitap okumak için...
Paylaş