SİNEMANIN dáhi çocuğu Steven Spielberg’in, Amerikan halkının kadim paranoyası ‘Eyvah! Uzaylılar geldi!’ meselesini anlattığı filmin 1 Temmuz’da gösterime gireceğini ilk duyduğumda ‘Bu film için sıcak yaz günü sinemaya gidilir’ dedim.
Üç nedeni vardı böyle dememin:
BİR: İlk gençlik günlerimde Spielberg’in ‘E.T.’ adlı ‘uzaylı konuk’ filmini seyretmiş ve bu filmde Hollywood’un ‘uzaylılar’ı konu alan filmlerinde pek rastlanmayan bir naiflik, bir derinlik, bir insan sıcaklığı bulmuştum.
İKİ:‘Dünyalar Savaşı’nın kısa fragmanlarını izlemiş ve uzaylı saldırısının yol açtığı büyük tahribatın müthiş inandırıcı görüntüleri karşısında koltukta kasılıp kalmıştım. Yani kayıtsız kalmak olanaksızdı.
ÜÇ: Sinema salonlarımızda var olan klima sistemi sıcak yaz günlerinde de film izlemeyi çekilir kılıyordu...
* * *
Bu üç nedenin etkisiyle kendimi sinema salonuna attım.
Hay atmaz olaydım!
Çünkü karşımda, ‘Kurtuluş Günü’ adlı hiç de vaatkár olmayan, buram buram Amerikan propagandası kokan o şapşal filmden daha da şapşal bir film vardı...
Şu kadarını söyleyeyim:
Yönetmenin seyircinin duygularını tavan yaptırmak için filme koyduğu sözde etkileyici sahnelerde, ben kahkahalarla gülüyordum...
Amerikan çocuksuluğunun ve basitliğinin izleri sadece bu kahkahalarda saklı değildi tabii ki...
Meramımı dört başı mamur bir şekilde anlatabilmek için filmle ilgili tuttuğum bazı notları ve çıkardığım dersleri sizlerle paylaşmam gerekir:
* * *
Fragman başka, film başka şeydir. Yani ‘reklam’ başka, ‘ürün’ başka şeydir.
Amerikalılar bugünlerde uzaylıları değil teröristleri beklemektedir. Çünkü filmde Amerika’yı yerle bir eden uzaylı saldırısı başladıktan sonra Amerikalılar, ‘Bu terörist saldırı mı?’ diye soruyorlardı. ‘Uzaylılar’ ise akla hiç gelmiyordu.
‘Uzaylı’ eciş bücüş bir yaratıktır, tuhaf sesler çıkarır. Filmi izlediğimizde bu anlayışın artık durmuş oturmuş bir anlayış haline geldiğini fark etmiş olduk.
Yıldırımları bile kontrol altında tutacak kadar teknoloji olayını aşmış uzaylılar, ilk kez karşılaştıkları dünyalı araç ‘bisiklet’ karşısında hayran kalıp alıklaşabilirler. Filmin en komik olaylarından biri budur.
Dünyayı işgal etmek için milyonlarca yıl acayip aletlerle ademoğlunu gözleme kapasitesine sahip uzaylılar, ‘ayna’ ile ilk kez dünyayı işgal ettiklerinde karşılaşırlar ve yine alıklaşırlar. Filmin ikinci en komik olayı da budur.
Amerikalılar ‘dünya’ dendiğinde sadece ‘Amerika’yı anlamaktadır. Çünkü filmde uzaylıların sadece Amerika’yı işgali var ve bu durum ‘dünyanın işgali’ olarak yansıtılmaktadır.
Amerikan halkı ‘aile değerleri’ adını verdikleri olaya kendilerini acayip bir şekilde kaptırmış durumdalar... Filmde gördüğümüz şudur: Fonda dünya imha edilip kan gövdeyi götürürken biz esas hikáye olarak bir babanın çocuklarıyla diyalog kurma çabasına tanık olmaktayız.
Filmde Irak işgaline direnen güçlere selam gönderiliyor... Şöyle ki: Uzaylı işgaline karşı direnişe geçmeyi savunan bir dünyalı ‘Burası bizim vatanımız, onlar işgalci. Biz burada doğduk, onlar sonradan geldi. Onları yenebiliriz’ filan gibi sözler söylemektedir.
Filmde anti-Avrupa bir hava var: Liseli yeniyetmenin ödev konusu ‘Fransa’nın Cezayir’i işgali’... Bu bir... Uzaylı saldırısı başlayınca filmin kahramanlarından birinin ‘Saldırı Avrupa’dan mı geldi?’ diye ciddi ciddi sorması... Bu da iki...
Filmde verilen ‘hayat dersleri’, bir tür ‘takvim yaprağı arkası’ felsefesi gibi... Özellikle tam da Hıncal Uluç’un verdiği hayat derslerine bayılanların seveceği türden. Ama ben almayayım...