Dün gece bir rüya gördüm

HAYIR, hayır... Yeşil sarıklı bir ulu hoca, Agah Hun sesiyle, "Evladım Ahmet... Yanlış yoldasın" diye bana seslenmedi ve ben de kan ter içinde uyanmadım...

Daha eğlenceli bir rüyaydı benimki...

Şöyle ki:

Nasıl olmuşsa olmuş, memlekette her şey tersine dönmüştü...

Rüya bu ya... Gürüz’ler, Dalan’lar, Kemal Yavuz’lar, Tuncer Kılınç’lar falan yeniden idareyi ele almışlar ve bir intikam operasyonuna girişmişler...

Mesela Mümtaz’er Türköne’nin evinin bahçesinde kazı yapılıyor...

Mesela Nazlı Ilıcak’ın evinde arama yapılırken gelini Meyra’nın CD’lerine el konuluyor... Ilıcak’ın gözleri nemli...

Mesela Fehmi Koru’nun dizüstü bilgisayarına el konuluyor ve Koru’nun 15 yıldır yazmakta olduğu polisiye romanın eskizlerinden yola çıkılarak bir örgüt şeması elde ediliyor... Koru, "Zalimin zulmün varsa" diye başlayan bir diskur çekiyor...

Mesela Oral Çalışlar’ın Cumhuriyet gazetesinde çalışırken kullandığı masanın çekmecelerinin diplerinden ruhsatsız 15 mermi çıkıyor...

Mesela Cengiz Çandar, operasyondan üç gün önce ABD’ye gitmiş, oradan "10 gün sonra geleceğim" diye mesaj sarkıtıyor...

Bense bütün bu tuhaf gelişmelerin etkisi altında, ertesi gün yazacağım yazıyı kurguluyorum...

Kafamda "Mümtaz’er’i hiç sevmezdim ama" başlıklı bir yazı var...

Rüyanın tam bu aşamasında Teşvikiye’de, bizim evin hemen önünde, İSKİ’nin bitmek tükenmek bilmeyen kazı çalışmalarından çıkan gürültü nedeniyle uyanmayayım mı?

Ne diyeyim? Hayırlara karşılık gelir inşallah!

Yeni başlayanlar için danışmanlar

DÖRT kişiydiler: Egemen, Cüneyt, Ömer ve Akif...

Özal’ınkilere "prens" denirdi ya... Onlara da "danışman" dendi...

Etkindiler... Yeniydiler... Farklıydılar... Gençtiler...

Şöyle tuhaf bir durum söz konusuydu: Aralarında uyum yok ama samimiyet had safhada...

Gülerler, eğlenirler, olmayacak şakalar yaparlardı...

Bazen üçü bir olup birinin üstüne giderdi... Bazen de ikisi bir olup ikisinin üstüne giderdi... Bazen de dördü bir olup birbirlerinin üstüne giderlerdi...

"Sultana yakınlık ateş gibidir" derler ya... Hep ateşle oynarlardı... Ya da ateşe göre ayarlanmış oyunlar oynarlardı...

Ve bugün dağıldı bu ekip: Akif yoruldum gayri dedi... Ömer kızağa çekildi... Cüneyt toparlanıp gitti... İçlerinden bir tek Egemen "sabitkadem" çıktı...

"Patron"la mesafeyi ayarladı, danışmanlıktan siyaset adamlığına geçmesini bildi, partide kendine yandaşlar edindi, düşmanlıkları törpüledi, patronun dostlarıyla dost, düşmanlarıyla düşman oldu...

Ve sonunda Devlet Bakanlığı ve "Başmüzakerecilik" gibi iki koltuğu birden kapıverdi...

Kıssadan hisseler: Sabreden derviş muradına ermiş... Gemisini yürüten kaptan... Sakla samanı gelir zamanı... Ne oldum deme ne olacağım de...

Haftanın en iyi 5’i

BİR: Gece yarısı Genelkurmay’ın internet sitesine bildiri koymak gibi eski kötü alışkanlıklara zerre kadar prim vermediği için Genelkurmay Başkanı Orgeneral İLKER BAŞBUĞ...

İKİ: Literatürümüze "Harun gibi gelip Karun gibi gitmek" gibi şahane bir cümleyi kazandırdığı için Saadet Partisi Genel Başkanı NUMAN KURTULMUŞ...

ÜÇ: Lider eşlerini İstanbul’da toplayıp Filistin için duyarlılık oluşturma çabası sergilerken, içtenliğini akıttığı gözyaşlarıyla kanıtladığı için EMİNE ERDOĞAN...

DÖRT: Hazırlattığı afişlerle "Filistin konusunda en duyarlı CHP’li" unvanını hak ettiği için CHP İstanbul İl Başkanı GÜRSEL TEKİN...

BEŞ: Kürtçe TV’de görev almasına dudak büken kendi cemaatine teslim olmadığı ve "Örgütü değil annemi dinledim" diyerek restin en güzelini çektiği için ROJİN...
Yazarın Tüm Yazıları