Paylaş
Tayyip Erdoğan ve Bilal Erdoğan’ın taklidini mükemmel bir şekilde yapabilen iki kişinin, önceden hazırlanan bir metni piyes gibi konuşarak kaydetmeleri gerekir. Yani tam anlamıyla ahlaksız bir kurgudur söz konusu olan.
*
Eğer o telefon kaydı “montaj” ise:
Tayyip Erdoğan ile Bilal Erdoğan’ın hakiki konuşmalarından elde edilen cümleler, yeniden kurgulanarak bambaşka anlamların çıkması sağlanır. Yani var olan bir konuşmanın anlam bütünlüğünün bozulmasıdır söz konusu olan.
*
O zaman yapılması gereken
şey şudur:
Ya “dublaj” denilecek.
Ya da “montaj” denilecek.
*
Ama ne yapıyorlar?
Şunu yapıyorlar:
Hem “dublaj” diyorlar, hem de “montaj” diyorlar.
Böylece ikisini birden yıkmış oluyorlar.
*
Dublaj mı, montaj mı?
Bir karar verin de...
Ne yapacağımızı bilelim.
Telefon kaydıyla ilgili cevap bekleyen 7 soru
BİR: Eğer böyle bir konuşma söz konusu değilse ve telefon kaydı külliyen yalansa... Neden “ben oğlumla böyle bir konuşma yapmadım” demiyorsunuz?
*
İKİ: Eğer böyle bir konuşma “dublaj” ise... Neden gayet net ve somut bir şekilde “seslerimizi taklit etmişler” demiyorsunuz.
*
ÜÇ: Eğer bir “montaj” söz konusu ise... Neden konuşmanın montaj yapılmamış halini, dost düşman herkesi ikna edecek şekilde ortaya koymuyorsunuz?
*
DÖRT: Eğer o konuşmaların yapıldığı iddia edildiği saatlerde canlı yayınlarda konuşmalar yapıyorsanız... Neden bunu net bir şekilde kanıtlamıyorsunuz?
*
BEŞ: Eğer o telefon konuşmalarının iddia edildiği saatlerde yapılmadığını söylüyorsanız... Hangi telefonun hangi saatte hangi telefonla bağlantılı olduğunu gösteren TİB kayıtlarını neden “güm” diye ortaya koymuyorsunuz?
*
ALTI: Eğer ortada büyük bir iftira varsa... Neden iftirayı açığa çıkaracak somut adımlar atarak ikna edici bir teknik inceleme falan yerine “montaj, dublaj, yalan” şeklinde genel ifadelere sarılıyorsunuz?
*
YEDİ: Eğer o görüşmeyi kriptolu telefondan yaptıysanız ve bu nedenle dinlenmesinin imkânsız olduğunu düşünüyorsanız... Neden “bizim kriptolu telefon görüşmelerimizi bile dinlediler” dediniz?
Neye dayanarak sansürlüyorsunuz?
ANA muhalefet lideri, Meclis çatısı altında konuşuyor.
Meclis TV dahil televizyon kanallarının büyük çoğunluğu, konuşmanın “sakıncalı” buldukları bölümünü sansürlüyorlar.
*
Soruyorum o televizyon kanallarına:
Hangi hakla? Hangi yetkiyle? Hangi yasal dayanakla?
*
Soruyorum o televizyon kanallarına:
Siz yetkili merci misiniz? Neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleme makamı mısınız? Meclis çatısı altında yapılan konuşmaların “yasal” ya da “yasa dışı” olduğunu saptama yetkisine mi sahipsiniz? Karar makamı mısınız siz?
*
Ana muhalefet liderini sansürleme gerekçelerinin aynısı, Başbakan için de geçerli olsa...
Başbakan’ı da sansürleyebilecek misiniz?
Yarın Başbakan da Meclis çatısı altında bir “telefon kaydı” yayınlamaya kalksa...
O konuşmayı da anında kesecek misiniz?
*
Madem parti liderlerinin konuşmalarının “kasetler” bölümü sansürleniyor...
O halde neden Başbakan, başkalarının kasetleriyle ilgili olarak “Bunlar özel değil genel genel... Genel bir ahlaksızlıktır bunlar” dediğinde ve o kasetlerin keyfini çıkardığında sansürü basmadınız?
Neden Başbakan’ın kasetler aracılığıyla Baykal’ı ve MHP’li milletvekillerini toplum önünde rezil etme çabasına çanak tuttunuz?
*
Ana muhalefet partisi liderinin Meclis’te yaptığı konuşmanın tüm sorumluluğu ana muhalefet partisine aittir.
Yanlışıyla doğrusuyla...
Hatasıyla sevabıyla...
Televizyon kanallarına soruyorum:
Size ne oluyor?
Gül ile Erdoğan farkı
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, HSYK Yasası’nı da onadı.
*
Artık Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasındaki fark şundan ibarettir:
Biri öfkeli, asık yüzlü ve bağırıyor. Diğeri öfkesiz, mütebessim ve bağırmıyor.
*
Aralarındaki tek fark budur, başka da bir fark yoktur.
Ya kaset doğru çıkarsa
YILLARIN İslamcı yazarı Emine Şenlikoğlu, şöyle cevap veriyor bu soruya:
“Kaset doğru çıkarsa şöyle derim: Dindarlar zekâtlarını yoksullara ulaştırmak için Başbakan’a vermiş olabilirler”.
*
Bu sonsuz bir hüsnüzandır.
Bu iyi niyetli bir hayra yorma çabasıdır.
Bu sınırsız bir güvendir.
Bu inanç düzleminde açılmış uçsuz bucaksız bir kredidir.
Bu şeksiz şüphesiz kişiye inançtır.
*
“Nasıl olsa tabanım bana inanır, nasıl olsa ben tabanımı ikna edebilirim” pervasızlığının temelinde...
Tabanda mevcut olan işte bu sınırsız güven, bu şeksiz şüphesiz kişiye inanç, bu iyi niyetli hayra yorma çabası, bu sonsuz hüsnüzan vardır.
Kafa aynı kafa
HÜKÜMET’e bakıyorsun:
Dış güçler, CHP, MHP, itaat etmeyen medya, Geziciler, AB, Amerika, lobiler falan... Bir örgüt kurmuşlar, toplantılar yapmışlar ve hep birlikte Tayyip Erdoğan’ı bitirmek için düğmeye basmışlar.
*
Cemaat’e bakıyorsun:
Karanlık Kurul’da birtakım yabancı unsurlar ve onların yerli işbirlikçileri, kapkaranlık planlarla, provokasyonlarla, iftiralarla, senaryolarla Cemaat’i bitirmek maksadıyla düğmeye basmışlar.
*
Kafa aynı şekilde çalışıyor:
İkisi de herkesin kendilerine düşman olduğunu düşünüyor.
İkisi de kendilerine karşı çıkan herkes için “bunların ipi başkalarının elinde” diye düşünüyor.
İkisi de başlarına gelen belaların kendi yanlışlarından değil başkalarının planlarından kaynaklandığını düşünüyor.
İkisi de her zaman kesintisiz bir komployla karşı karşıya olduğunu düşünüyor.
İkisi de dört tarafının düşmanlarla çevrili olduğunu düşünüyor.
Paylaş