Paylaş
Başbakan bunu daha önce de söylemişti.
Sadece Başbakan mı?
Sünni muhafazakâr siyasetçilerin ta 1970’lerden beri tekrarladığı bir cümledir bu.
*
“Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dörtdörtlük Alevi’yim” diyen, aslında ne demek istemektedir?
Bunu öğrenmek mi istiyorsunuz?
O zaman derhal bir test yapın.
Mesela böyle diyene hemen şu soruyu sorun:
Dostum, madem dörtdörtlük Alevi’sin, neden cemevlerine ibadethane statüsü vermiyorsun?
Alacağınız cevap şu olacaktır:
Kardeş, sen beni yanlış anladın. Ben bir şart koştum... “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse” dedim... Hz. Ali cemevine değil camiye gitmiştir... Ne gerek var cemevine... Aleviler bıraksın cemevlerini... Gelsinler camilere... Kılsınlar namazlarını...
*
Bu soru yetmezse şu
soruyu da sorun:
Dostum, madem dörtdörtlük Alevi’sin, neden Diyanet’te Alevilerin de temsil edilmesini sağlamıyorsun?
Alacağınız cevap şu olacaktır:
Kardeş, Diyanet’in başındakiler de en az benim kadar Hz. Ali’yi severler... Eğer Alevilik, Hz. Ali’yi sevmekse... Diyanet’tekiler de dörtdörtlük Alevi’dir. Yani Diyanet, komple Alevi’dir... Sorun yoktur.
Soruları uzatmaya gerek yok, cevaplar hep benzer olacaktır.
*
Bu cevaplardan çıkan sonuçlar şunlardır:
- “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dörtdörtlük Alevi’yim” cümlesi, Alevilere el uzatmak, onları anlamak, Alevilerin inanç özgürlüklerine sahip çıkmak, inançlarına saygı duymak, Aleviler kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa o tanıma göre hareket etmek için söylenen bir cümle değildir.
- “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dörtdörtlük Alevi’yim” cümlesini kuranlar aslında, “Ben Alevilerin Aleviliği nasıl tanımladıklarına kulak asmam... Aleviliği ben tanımlarım... Çerçevesini ben çizerim, şartını ben koyarım, nereye kadar gidebileceğine ben karar veririm... Benim kafama uyduğu noktaya kadar yakınlaşırım, benim kafama uymadığı noktada ise uzaklaşırım” demektedirler.
Ali’yi sevmeyen Sünni var mı?
ŞU yeryüzünde Sünni mezhebine mensup olup da “Ben Hz. Ali’yi sevmiyorum” diyen tek bir kişi bile bulamazsınız.
Ne sevmemesi!
Bütün Sünniler âşıktır Hz. Ali’ye...
En az Aleviler kadar âşıktırlar.
Bugün değil, dün değil, önceki gün değil... Ta en başından beri...
“Allah’ın aslanıdır” Hz. Ali, tüm Sünnilerin gözünde ve kalbinde.
Ötesi var mı?
*
Fakat bu Sünni sevgisine rağmen “Alevilik” diye bir mezhep hep var olmuştur ve var olmaya devam etmektedir.
Ne çıkar bundan?
Şu çıkar:
“Sünnilik” ve “Alevilik” farklılaşmasında Hz. Ali sevgisi ya da sevgisizliği değildir mesele...
Mesele başka bir şeydir.
O başka şeyin ne olduğunu anlamak ve kavramak için...
- İslam tarihine bakmak...
- Alevi/Sünni ayrışmasında tarih boyunca siyasetin oynadığı role kafa yormak...
- Alevilerin kendi inançlarını nasıl kurguladıklarına ve tanımladıklarına kulak vermek...
Falan gerekir.
Yoksa havanda su dövülmüş olur.
Tane tane anlatıyorum: Sandık, demokrasi vs.
DEMOKRASİLERDE yönetime kimin geleceğini belirleyen yegâne dayanak noktasıdır sandık.
Ülkeyi yönetmek mi istiyorsun?
Gideceğin tek adres var:
Sandık...
Oradan çıkacaksın, başka yerden değil.
*
Diyelim ki sandıktan çıktın, yönetime geldin...
Yetmez! Muktedir de olacaksın.
Yani iktidarını, silahlı güce sahip olduğu için seni korkutabilen askeri güçle paylaşmaya asla razı olmayacaksın.
Silahlı gücün vesayetine itiraz edeceksin.
Vesayetin tüm dayanaklarını ortadan kaldıracaksın.
*
Diyelim ki sandıktan çıktın...
Ve diyelim ki askeri vesayeti geriletip yıktın.
Yani hem “iktidar” oldun, hem de “muktedir” oldun...
Bu durumda ne yapacaksın?
Sandık yeniden ortaya çıkana kadar sınırsız sorumsuz kefalet kooperatifi yönetir gibi koca memleketi kafana göre yönetecek misin?
Sandıktan çıkmak sana ülkeyi sorgusuz sualsiz bir padişah gibi, astığı astık kestiği kestik bir kral gibi yönetme hakkını verir mi?
*
Demokrasilerde en az sandık kadar önemli mekanizmalar vardır:
- Mesela siyasi muhalefet...
-Mesela bağımsız yargı denetimi...
-Mesela özgür basının kontrolü...
-Mesela vatandaşın sokağa çıkıp itiraz etme hakkı...
-Mesela sivil toplumun katılım talebi...
*
Bu unsurların devreye girmesi, demokrasinin gereğidir.
İşte bu yüzden...
-“Muhalefet olmasa uçarız” diyemezsin.
-“Yargı ayağımıza çelme takıyor” diyemezsin.
-“Gazetecilik bir itaat mesleğidir, o kadar” diyemezsin.
-“Haklar sokaklarda aranmaz” diyemezsin.
-“Sivil toplum örgütü falan... Hepsi hikâye” diyemezsin.
Sandığa saygısızlık yapmak, sandığı küçümsemek demokrasiye ne kadar ters ise, demokratik denetim mekanizmalarına saygısızlık yapmak, küçümsemek de demokrasiye o kadar terstir.
*
“Bunlar bana ne karışır ya... Ne yani? İktidar olduk, muktedir olamayacak mıyız kardeşim” diyemezsin.
Çünkü bu unsurların sana karışmaları meşrudur, analarının ak sütü gibi helaldir.
Hatta demokrasinin olmazsa olmazıdır.
Bu unsurların sana karışmaları ile elde silah seni her daim devirmekle tehdit eden silahlı gücün sana karışması arasında dağlar kadar fark vardır.
“İktidar olduk, muktedir olamayacak mıyız” çıkışını, iktidarına ortak çıkmaya kalkışan silahlı güce karşı yaparsan “süper demokrat” olursun.
Ama aynı çıkışı demokratik denetim mekanizmalarını işletenlere karşı yaparsan “otoriterlik peşinde koşan bir lider” olursun.
*
Hiç siyaset biliminin karmaşık ve dolambaçlı yollarında top koşturmaya, meseleyi dallandırıp budaklandırmaya gerek yok.
Olay bu kadar basittir.
Başbakan için ölürmüş
“GEREKİRSE Başbakan için ölürüm”.
Yiğit Bulut adlı “yeni başdanışman” böyle buyurdu.
Gerekirse ölürmüş...
Mübarek sanki demokratik bir ülkenin seçimle gelmiş bir başkanının danışmanı değil de Alamut Kalesi fedaisi...
Yaşamaktan ve yaşatmaktan söz edeceğine tutmuş ölmekten ve öldürülmekten söz ediyor.
*
İkide bir çıkıp “Ekonomimiz için, toplumsal barışımız için artık normalleşmemiz lazım, şu eylemlere bir son verilmeli” falan diye sağduyu çağrıları yapanlara sesleniyorum:
Sağduyu çağrılarınızı b
iraz da...
“Başbakan için ölürüm, o kefenini giyince ben de otomatikman kefeni giymiş sayıldım, ölüm bize vız gelir, ölmeye geldik” türü laflar edenlere yapsanız hiç fena olmayacak.
Yoksa uzaktan ya da yakından bakanlar güzel memleketimizde savaş var sanacak.
Paylaş