"Gazeteciler.com" adlı internet sitesinde, "Dindar kesim medya işinde niçin başarısız oldu" başlıklı bir yazı yayınlandı.
Yazarı: "B. Ahmet Yavuz". (Eyvah! Sanırım yine bir takma isim olayı... Eyvah! Bu takma isimde de "Ahmet" var...)
Sevdim bu yazıyı... Çünkü içeriden bir dille yazılmıştı, isabetli saptamalar vardı, bilgi vericiydi ve tarihe ışık tutan cinstendi...
Ama ne yazık ki "kalkış noktası" yanlış olduğundan, "varılan sonuç" da yanlış olmuştu...
Çünkü bu meseleye, "Dindar kesim medya işinde niçin başarısız oldu" diye başlanamaz.
Başlanacaksa, "Dindarların medya işinde başarısız olması niçin kaçınılmazdır" noktasından başlamak gerekir...
* * *
Benim bu konuda en az 45 gerekçem var...
Ama sanırım ilk üçünü yazdığımda, "Gerisi kalsın, yazmana gerek yok" diyeceksiniz...
BİR: Dindarlık ile gazetecilik arasında iflah olmaz çelişkiler vardır... Din "abartma" der, gazetecilik "abart" der... Din "gizliyi, saklıyı araştırma" der... Gazetecilik "araştır, araştır" der... Din "kusurları ört" der... Gazetecilik "kusurları aç" der... Din "fazla meraklı olma" der... Gazetecilik "fazla meraklı ol" der... Kısacası, dindarlık ile gazetecilik arasında yapısal fark vardır...
İKİ: Türkiye’de maalesef bir "dindar medya geleneği" yok... Ya da şöyle söyleyeyim: Gelenek yanlış başlamış... 40 yıl önce çıkan Milli Gazete, "parti bülteni" olarak konumlandırıldığından, dindar kesimde "partiden bağımsız yayın organı" fikri oluşmamış... Bu kesimin zihin dünyasında "gazete", partinin topçu birliğidir... Ötesi yoktur...
ÜÇ: Türkiye’de her sabah bayiye gidip parayla gazete satın alma alışkanlığı, bu kesimde yok... Belki de bu nedenle merkez medya bazen "aşırı laik / aşırı anti-AKP / aşırı türban karşıtı" falan takılmasına rağmen, tiraj kaybetmiyor... Ya da tersini yapan yayın organlarının tiraj almayışı bundan...
Hocam şu çocuğun kulağını bir çekiver
FETHULLAH Gülen, son mesajlarını Zaman yazarı Hüseyin Gülerce aracılığıyla vermişti...
Şunları söylüyordu Fethullah Gülen:
"Arkadaşlarımızın ceplerinde bir iğne bile yok, başkalarına batar diye taşımıyorlar. Her şeye rağmen bize yumuşak davranmak ve şefkat düşer... Bu da peygamberane tavırdır. Gerçek fetih, gönüllerin fethidir."
Ne güzel değil mi?
Fakat gelin görün ki bazı "şakirtler", maalesef Gülen’in bu barış dolu mesajlarından nasiplenemiyorlar...
Samanyolu Televizyonu’nda sunuculuk yapan Abdullah Abdülkadiroğlu adlı bir arkadaş...
Bu arkadaş, benim "Fethullah Gülen’in kaleminden Uğur Dündar" başlıklı yazıma bozulmuş...
Almış kalemi eline, kesip doğramış beni...
Samanyolu’nun internet sitesinde, beni inciteceğini düşündüğü ne kadar sözcük varsa alt alta dizmiş...
"Ergenekoncu" bile demiş benim için...
Ne diyeyim bilmem ki?
En iyisi Hocaefendi’den talepte bulunayım:
Hocam, bu arkadaşa önce bir "şefkat tokadı" atıp, ardından da "Bir haftada nasıl muhabbet fedaisi olunur" kursuna yazdırabilir misiniz lütfen...
Bunları biliyor muydunuz?
BİR: Konu sıkıntısı çeken bir köşe yazarının, beyaz káğıt önünde debelenirken, iki diyet kola, iki puro, bir Apranax, iki Talcid, bir tablet Cipram ve orta boy Ülker bol fıstıklı çikolata tükettiğini...
İKİ: Didem Erol adlı hanımefendiyle yapılmış bir televizyon söyleşisini izlemenin, saniyede iki milyon beyin hücresini öldürebildiğini...
ÜÇ: Türkçe Olimpiyatları için düzenlenen geceye katılan Ebru Gündeş’in, cemaatle kısa sürede kaynaşma başarısı gösterdiğini...
DÖRT: "Diplomalar kraliçesi" AKP Milletvekili Nursuna Memecan’ın, "başmüzakerecilik" makamına gelemeyince, sade bir milletvekili olarak hiçbir işe yaramadığı duygusuyla dolu olduğunu...