Paylaş
Katı, inatçı, antipatik biriydi.
Pek sevilmezdi.
Ama siyaseti iyi bilirdi.
Kolay gaza gelmezdi, en az 8 hamle sonrasını hesaba katardı, temkin abidesiydi, karşı tarafın elindeki kozları iyi tahmin ederdi.
Refah Partisi’nin sayısız badireyi atlatmasında “Oğuzhan Abi”nin payı büyüktür.
AK Parti’nin de bir abisi var:
Bülent Abi!
“Bülent Abi”, bazen vicdanını konuşturarak, bazen ağlayarak, bazen ezip geçerek, bazen pot kırarak, bazen parti içindekilere bile ayar vererek kendine özgü bir “abilik” görevini ifa ediyor.
“Oğuzhan Abi tipi abilik” ile “Bülent Abi tipi abilik” arasındaki devasa farklar konusuna gelince...
Gayet normaldir bu farklar...
Sistem tarafından her daim horlanan “Refah Partisi’nin abi modeli” ile aldığı yüzde 50 oyla sistemin ta kendisi haline gelen “AK Parti’nin abi modeli”nin aynı olması beklenemez.
“Oğuzhan Abi modeli” küçük, dışlanan, horlanan, güçsüz ve sistem dışı bir partinin ortaya çıkardığı abilik modelidir.
“Bülent Abi modeli” ise büyük, muktedir, güçlü sistem partisinin ortaya çıkardığı abilik modelidir.
Gelelim CHP’nin durumuna.
CHP resmen ve alenen “abisiz” kalmış bir partidir.
Değil sekiz hamle sonrasını iki hamle sonrasını bile hesap edebilecek, “Durun yahu, ne yapıyorsunuz?” diyebilecek, çekilen reste karşı tarafın ‘Resti görüyorum’ diye karşılık verebileceğini anımsatacak, rakibin kıskıvrak yakalanabileceği değişik alternatifler üretebilecek, karşı tarafın elindeki kozları iyi okuyacak bir abi...
Yok, böyle bir abisi CHP’nin...
Öyle ki...
CHP’liler “Bir abimiz bile yok” diye ağlasalar yeridir.
Durun, hemen “İyi ama Deniz Abi ile Önder Abi ne güne duruyor” demeyin.
Çünkü...
Her iki “abi” de...
“Şu Kemal’in beceriksizliği iyice bir tescillense de bize alan açılsa” diye çırpınıp durmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Yani...
Onlar armudun pişip ağızlarına düşmesini bekliyorlar.
Dolayısıyla onların yapacağı abilik, ancak ve ancak biraz daha fazla tökezlemeye yol açar.
Şöyle bir bakalım CHP’ye...
Kemal Bey’in ayak oyunları çevirmek, rakibi kündeye getirmek, yakalayıp ezmek gibi konularda mahir olmadığı ve olamayacağı gayet açık.
Gürsel Tekin’in bu gibi konularda bir mahareti olabilir ama o da Ankara tipi oyun havalarına fazlasıyla yabancı.
Süheyl Batum desen, olaylara hâlâ “Cumhuriyet Mitingleri Tertip Komitesi Üyesi”nin vizyonu ve duyarlılığıyla bakabiliyor.
Oktay Ekşi ile Rıza Türmen gibi isimler, ayak oyunları falan gibi konularda çok “acemi” kalırlar.
Sezgin Tanrıkulu’dan bir Kemal Anadol bile çıkmaz.
Hurşit Güneş, tek başına Salih Kapusuz’u bile tutabilecek kudrete sahip değil.
Bihlun Tamaylıgil, bir Ayşenur Bahçekapılı’yı bile kündeye getiremez.
Kısacası...
CHP’ye çok ama çok acil bir “abi” lazım.
BDP yemin eder mi?
EĞER AK Parti, BDP’li bağımsızların yemin edip Meclis’e gelmesini gerçekten istiyorsa...
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki:
CHP’nin yemin edip Meclis’e girmesi karşısında izlediği stratejiyle bunu neredeyse imkânsız hale getirdi.
BDP’liler, CHP’liler hakkında söylenen...
“Dik duramadınız”, “Tıpış tıpış Meclis’e geldiniz”, “Biz adamı işte böyle yaparız” türü sözleri işittikçe...
Korkarım Diyarbakır’a daha bir yerleşecekler.
Bıktığım şeyler
Hakkında dünyanın en kötü lafının söylenmesi durumunda bile reklamı yapılmış olan Hilal Cebeci türü nevzuhur magazin tipleri...
“Kameralara yakalandı” türü magazin klişeleri...
Twitter’ın kendine özgü dünyasını hiç bilmeyenlerin oradan aldıkları cümlelerle ahkâm kesip haber yapmaları.
Dizi üretemeyen kanalların başka kanalların ürettiği dizilere fahiş paralar ödemesi.
Havaalanı bürokrasisi...
İvana Sert.
En keskin taraftar kimliğine bürünerek prim yapmaya çalışan köşe yazarı tipi.
Banu Güven’e neden destek vermedim?
Bir gazetecinin “siyasi tutumu” nedeniyle işinden olmasına tabii ki karşı çıkarım.
Ama bunun için öncelikle o gazetecinin, sadece ve sadece “siyasi tutumu” nedeniyle işinden olduğunu en azından gayet net bir şekilde ortaya koyması gerekir.
Mesela en basitinden çıkıp “Ben siyasi tavır aldım ve işimden kovuldum” demesi, diyebilmesi gerekir.
En azından kendisinin işine son veren kurumuyla hesaplaşma cesaretini göstermesi gerekir.
Kaybedeceği hiçbir şey kalmamışken bile Başbakan’a “Lütfen bizi biraz daha az korkutabilir misiniz Başbakanım” diye mektup yazmak, en azından iktidar baskısıyla işinden edildiğini ima eden bir gazeteciye yakışmaz.
Kurumunla hesaplaşma, iktidarla hesaplaşma... Sadece “Hükümet bastırdı işinden oldu” efsanesinin beslenip büyümesine katkı sağlayacak birkaç küçük adım at... Bu durumda birilerinin çıkıp da “Mesele belki de performanstır” deme hakkı doğar.
Ben işte o haktan yararlandım.
Fazla abartmayalım: 48 kalem “Banu Güven siyasi duruşu nedeniyle işinden oldu” derken bir kalem de varsın “Banu Güven soru sormayı bile beceremediği için işinden oldu” deyiversin. Ne olur ki?
Gelelim “Banu Güven’in başına gelen bir gün senin de başına gelir” türünde uyarılarda bulunanlara... Bu tür uyarılarda bulunanlara, “Öyle bir durum olursa Banu Güven için gösterilen tepkilerin aynısının benim için de gösterilmesine fitim” diyorum, başka da bir şey demiyorum.
Bir klas hareket
BUNCA kirlenmişlik, bunca iddia, bunca itham arasında...
Ortalığı teşvik primleri ve şike paraları lafları kaplamışken...
Neredeyse temiz kalan bir şey kalmamışken...
Öfkeli taraftar psikolojisinin ortalığı tozu dumana kattığı bir anda...
Kendi taraftarlarından gelen talep üzerine...
Kazandığı “Türkiye Kupası”nı iade eden...
Beşiktaş’ı ve bunu sağlayan Çarşı Grubu’nu yürekten kutluyorum.
Bir klas duruşa ihtiyaç vardı, çok iyi geldi.
Tatile çıkamayanlara yapılacak nispetler
Tatile çıkamayan yakın arkadaşlara manzara fotoğrafları çekip göndermek...
Şehirde işten güçten bunalmış ahbaplara telefon açıp dalga sesleri dinletmek...
Trafiğin ortasında delirmiş dostlara aşırı sessizlikten ve yavaşlamışlıktan yakınmak...
Şehre özgü bir koşturmaca ile bunalmışlara “Şimdi hamakta uzanacağım” türü bilgiler vermek.
Paylaş