O zamanlar "Kopenhag kriterleri"nin esamisi bile okunmadığı için "işkence", bir terbiye yöntemi olarak alışılmış bir rahatlıkla kullanılıyordu. Tabİi kimsenin de gıkı çıkamıyordu.Dolayısıyla..."Karanlık kahvelerde, tıraşı uzamış" abilerin, kısık bir ses tonuyla, "işkence anısı" anlatması fena halde modaydı."Abiler", biraz da böbürlenerek anlatırlardı:"Önce ’Filistin askısı’na astılar. Sonra elektrik verdiler. Ama ben zırnık ötmedim kardeşim! Kimseyi ele vermedim. Çözülmedim yani."Bense bir "yeniyetme" olarak, bu müthiş kahramanlık öykülerini bir yandan öykünerek, bir yandan da gıpta ederek dinlerdim.Ancak... Bir an kendimle baş başa kaldığımda, o can sıkıcı "acı gerçek" beni sarıp sarmalardı."İçimdeki ses" pervasız bir oyunbozanlıkla şöyle derdi:"Yatma bu ayaklara Ahmet Hakan! Senin gibi ağrı eşiği acayip düşük bir adam, bırak ’Filistin askısı’nı falan, bir tokatta çözülür."İçimdeki ses maalesef haklıydı.Çünkü "abiler", müthiş gaddar ve psikopat işkencecilerden söz ettikçe, kimselere itiraf edemediğim ürkekliğim depreşir, açıkçası tırsardım.Nasıl tırsmayayım?Yine "abiler"den öğreniyordum ki, işkenceciler, kurbanlarına acımasız bir kayıtsızlıkla yaklaşıp şöyle haykırırlarmış:"Konuşacaksınız ulan! Sakın Allah’a güvenmeyin! Burası Allah’ın olmadığı bir yerdir!"***Dünkü gazetelerde yer alan "ilginç haber"i mutlaka görmüşsünüzdür:Bodrum Müzesi’nin zindanında, bundan beş asır önce, Saint Jean şövalyeleri tarafından, Latince "Allah’ın olmadığı yer" yazısı kazınmış. Ama bizim "dini bütün" bakanlık yetkililerimiz, itikada aykırı olduğu gerekçesiyle o yazının silinmesini emretmişler.Haberi okuduğumda, "Yok canım, daha neler!" dedim. Ancak benim takıldığım nokta, yazının silinmesi değildi.Ben daha çok "Beş asır önce Anadolu’da bir zindanın duvarına gerçekten de ’Burada Allah yok’ diye yazılmış olabilir mi?" meselesine kafayı takmıştım.Çünkü eğer bu doğruysa... "Bizim psikopat işkencecilerimiz"in, tam beş asırlık bir geleneğin sürdürücüsü olduklarını kabul etmemiz gerekecekti.Yani... 80’lerin başında kurbanına "Burada Allah yok" diye haykıran işkencecimizin kökeni, kendisinden beş asır önce gelen Bodrumlu Saint Jean şövalyelerine kadar gidecekti.***Hemen telaş ve panik içinde Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’u aradım."Sayın Bakan neler oluyor? 5 asırlık yazıyı sildirmişsiniz?" diye sordum.Bakan Koç, kendine sonsuz güvenenlere özgü keyifli bir telaş içindeydi. Şöyle dedi: "Ne 5 asırlık yazısı kardeşim! Beş asırlık palavra bu! Bizim işgüzar bir görevlimiz, müze daha fazla ilgi çeksin diye, 92 yılında böyle bir yazıyı oraya yazdırmış! Olay bundan ibarettir."Bakan’a sordum: "Emin misiniz?" Yanıt geldi: "Tabii ki eminim."Bakan, içimi rahatlatmıştı. Tam "Demek ki bizim işkenceciler köksüzmüş" diyerek rahatlığın keyfini sürdürüyordum ki...O yazıyı oraya yazdırmakla suçlanan müzenin eski müdürü, yazının orijinal olduğunu söyleyip elindeki delilleri çıkarmasın mı!Bu kez "Ulan sakın doğru olmasın!" diye düşünmeye başladım.Neyse... Şimdilik tek dileğim şudur:Lütfen, tez elden bu tartışma bitsin ve gerçek belirsin!Böylece bizim işkencecilerimiz, "5 asırlık gaddar bir şövalye geleneğini mi temsil ediyorlar", yoksa "nevzuhur adamlar mı", anlayalım?