Paylaş
“Bu da size kapak olsun.”
Allah, Allah...
Peki nasıl kapak oluyormuş?
Herhalde şöyle:
“Hayır diyordunuz ama halk evet dedi... Aldınız mı cevabınızı?”
Sanırım kastettiği “kapak”, böylesi bir kapak...
* * *
Ben “Hayır diyeceğim” dedim, “Göreceksiniz hayır oyları fazla çıkacak” demedim.
“Hayır” demek ile “Hayırlar fazla çıkacak” demek arasında devasa bir fark vardır.
Ama demek ki o “profesör”...
“Evet” oyları biraz fazla çıkınca, bütün iddialarının “haklı”, “doğru” ve “onaylanmış” olduğunu düşünenlerden.
Yani... “Parmak sayısı” ile “haklı olmak” arasında doğrudan ilişki kurabiliyor.
O zaman ona bir çift sözüm var: Yüzde 99.9 “evet” deseydi bile “hayır” demekteki gerekçelerimin çürütüldüğünü düşünmezdim.
Çünkü ben öyle bilirim ki: Ortaya konan bir metinle ilgili yaklaşımlar, tercihler ve gerekçeler, oylamayla falan haklılık kazanmaz, ancak geçerlilik kazanabilir.
“Hadi bu da sana kapak olsun” diyeceğim ama sen kapak tutmazsın ki...
Demek ki böyleymiş
* Demek ki... Devlet Bahçeli ve ekibinden farklı düşünen ve etkisi gayet geniş bir “eski ülkücüler” olgusu varmış, onları yabana atmamak gerekirmiş.
* Demek ki... Kürt burjuvazisi falan hikayeymiş... Diyarbakırlı işadamlarının evet diyeceklerini açıklamalarının etkisi sıfırmış. Bölgenin tek realitesi BDP imiş...
* Demek ki... “Tayyip Baba” olgusu gidiyor, yerine “Başkan Baba” olgusu geliyormuş. Dost düşman herkes bu gerçekle yüzleşmesini bilmeliymiş.
* Demek ki... Milletimiz hakikaten de gücü seviyormuş... Şehirlerin bütün duvarlarına “evet” afişi asıp olaya abanmak, halkımız üzerinde hiç de öyle aksi tesir yaratmıyormuş.
* Demek ki... “Cemaat” ile Tayyip Erdoğan arasındaki ittifak, bozulmaya teşne ve geçici bir ittifak olmaktan çıkıp “et ile kemik” ilişkisine dönmüş.
Tatilciler meselesi
“HAYIRCILAR tatile gitti, o yüzden böyle oldu” falan diyecek değilim.
Bu memlekette “muhafazakar sağ” çoğunluktadır, bunu biliyorum.
Yani “hayırcılar” tatile gitmeseydi de sonuç açısından değişen pek bir şey olmayacaktı.
Ama durum böyle diye “tatilini kesmeyip oy kullanmayan hayırcılar” meselesini atlayamayız.
* * *
Bu tiplerin bundan böyle “Korku imparatorluğu oluşuyor... Cemaat her tarafı ele geçirdi... Bittik, yandık” falan türü laflar etmeye hakkı yoktur.
Çünkü haklı olduğuna inandığı ilkeler uğruna tatilinden fedakarlık edip oy bile kullanmayan kişiler, her şeye müstahaktır.
Sırası geldiğinde “Bu AK Partililer arı gibi çalışıyor” diye yakınacaksın ama sen oy bile kullanmayacaksın. Bu olmaz...
Hem artık “Nasıl olsa resmi ideoloji bizden yana... Nasıl olsa ordu var... Nasıl olsa yargı var” türü demokratik olgunluğa yakışmayan bel bağlamaların da bir anlamı kalmadı.
Ah Kemal Bey ah
BEN politikacının...
Saat gibi tıkır tıkır işleyenini, fazla uyanığını, hangi şerbeti verdiğinde hangi nabzın atacağını gayet iyi bilenini, organizasyonda açık vermeyenini, çelik gibi iradelisini, intikamcısını, hedefe kilitlenenini, özür dilemekten kaçınanını, kimseyi dinlememekle övünenini pek sevmem...
Kendimi her zaman...
Hata yapan, bazen acze düşen, etrafına tam hakim olamayan, sık aralıklarla mahcup bir tebessümle çıkıp halktan özür dilemek zorunda kalan, bir türlü organize olamayan, küçük hatalar yapan, yüzü kızaran, hatayı adamlarının üstüne atmak yerine kendi üstüne alan politikacılara yakın hissederim.
Ama gelin görün ki...
Bizim memlekette benim sevdiğim türden politikacılara, “gariban”, “zavallı”, “aciz”, “beceriksiz”, “iş bilmez” muamelesi çekiliyor.
Ah Kemal Bey ah...
Yanlış memlekettesiniz vesselam...
Babama dair
BENİM babam, 1970’lerin en hızlı Selametçilerinden idi. Erbakan’a laf söyletmez, Demirelcilerle tartışmaya bayılır, MHP’lilere itiraz ederdi. Varı yoğu MSP idi. Erbakan’a toz kondurmazdı.
Örgütçülük yapar, miting takip eder, propaganda çalışmalarına katılırdı.
MSP’li olduğu için çok sürgün yemişliği vardır ama bu durumdan zerre kadar yüksünmezdi.
Sürgün yemeyi, Erbakancı olmanın doğal kaderi kabul ederdi.
Her seçim gecesi tattığı acı mağlubiyetler bile heyecanını milim azaltmazdı.
* * *
80’lerden sonra babamın politik ilgisini azalmaya başladı.
Yine Refahçı idi, yine Erbakancı idi ama eskisi kadar hızlı değildi.
Tayyip Erdoğan hareketi doğunca Erbakan’ı terk etti: O artık AK Partili idi.
Ama çok hızlı bir “Tayyipçi” olmadı... Sempatizan düzeyinde kaldı.
* * *
Referandum öncesi bayram ziyareti için yanına gittiğimde bir de ne göreyim?
1970’lerdeki babam geri dönmüş.
Öyle ateşli, öyle militan, öyle ödünsüzdü ki, şaştım kaldım.
Tayyip Erdoğan’a toz kondurmuyor, Kemal Kılıçdaroğlu’na ise ateş püskürüyordu.
“Ama baba Kemal Bey de türbana özgürlük diyor, darbelere karşı çıkıyor” falan demeye kalksam anında beni susturuyor ve “Hepsi yalan” diyordu.
Oysa çok değil, kısa bir süre öncesine kadar Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı sessiz bir iltimas içindeydi.
* * *
Babamdan yola çıkarak benim anladığım şu:
Başbakan Tayyip Erdoğan referandum propagandası sırasında babam gibi muhafazakarları ateşlemeyi başarmış. Onların duyarlılık noktalarını yakalamış. Bilinçli bir şekilde cepheleştirerek muhafazakar safların sıklaştırılmasını ve fanatikleşmesini sağlamış.
Kemal Kılıçdaroğlu ise bu strateji karşısında bırakın inandırıcı olmayı, “Bu adam bizi resmen kandırıyor” tesiri uyandırmış.
Kanaat önderlerinin referandum gecesi
* ORAL ÇALIŞLAR: Çıkan sonuçtan aldığı güvenle bütün kişisel hesaplarını gördü. İyimser ve mutluydu.
* GENÇ SİVİLLER: Çocuklar gibi şendiler.
* YARSAVCILAR: Bir bozgun rüyası gördüler.
* CÜNEYT ÜLSEVER: Yenildiğini söylerken bile afacan bir çocuk gibi gülümsüyordu.
* MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE: Balkon konuşması gibi konuştu.
* HÜSEYİN GÜLERCE: Çıkan sonuçtan ziyade “Okyanus Ötesi” vurgusundan memnun gibiydi.
* GÜRSEL TEKİN: Ankara’daki CHP’leri kızdırmaktan biraz çekiniyor muydu acaba?
* TAHA AKYOL: Dengeli analizler ve soğukkanlı yorumlar.
* HASAN CEMAL: Evet oylarının çok çıkmasına rağmen anlaşılmayan nedenlerden dolayı derin bir kaygı vardı yüzünde.
* RIZA TÜRMEN: Referandum sürecinde bildiklerini anlatmamayı tercih eden Türmen, sonuçlar açıklanınca “Bu mesele halka iyi anlatılamadı” demesin mi?
* ADİL GÜR: Geçen sefer Tarhan Erdem’in yaşadığı tüm duyguları bu sefer o yaşadı.
* YAZGÜLÜ ALDOĞAN: Kanaatkardı... Yüzde 42 için “Allah bin bereket versin” dedi.
* SEDAT ERGİN: Meşhur diplomat soğukkanlılığı yine devrede...
* ÖMER LAÇİNER: “Bekleyip görelim” tavrında...
* SÜLEYMAN ÇELEBİ: Propaganda döneminde nasıl hayır dediyse sonuçlar açıklanınca da aynı şekilde hayır dedi.
* CANDAŞ TOLGA IŞIK: En sert, en net, en enerjik, en radikal görüşler ondan geldi.
Paylaş