Paylaş
- Rahatsız olan yok.
- Kafaya takan yok.
- İtiraz eden yok.
- Mesele eden yok.
- “Değişsin” diyen yok.
*
Peki buna rağmen...
Hassasiyetlerin tavan yaptığı bir dönemde...
Bazı resmi kurumların tabelalarındaki “TC” ibaresinin kaldırılması ne anlama gelmektedir?
Tek kelimeyle cevap veriyorum:
Lüzumsuzluktur.
*
Bu nedenle...
Süreci baltalayan, hassasiyetleri kaşıyan, durup dururken sorun çıkaran başta Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu olmak üzere ilgili tüm yöneticilere...
Kara tahta üzerine kamuoyu önünde tam beş bin iki yüz elli kere “TC” yazma, tam yedi bin iki yüz elli kere de “Yaptık bir lüzumsuzluk” yazma cezası verilmesini teklif ediyorum.
Selahattin Demirtaş’ın ‘ama’lı yedi özelliği
BİR: Magazine kapalı ama politik ironiye sonuna kadar açık.
İKİ: İmralı ile Kandil arasında gidip geliyor ama işlevini postacılığın çok ötesine taşımasını da başarıyor.
ÜÇ: Bin türlü dengeyi gözetmek zorunda olduğunun bilincinde ama buna rağmen herkesten daha açık, daha rahat ve daha şeffaf konuşmakta usta.
DÖRT: Soğukkanlı görünüyor ama aslında içli biri...
BEŞ: Görüşlerini en radikal şekilde açıklıyor ama ikna edici olmayı hedeflemekten vazgeçmiyor.
ALTI: Mesafeli bir tutumu var ama bu durum içtenliğine gölge düşürmüyor.
YEDİ: Çatışma döneminin önemli politikacısı oldu ama barış zamanının daha önemli politikacısı olacak.
Uçak notları
GİDERKEN: Selahattin Demirtaş konuğumuz, Tarafsız Bölge’yi Diyarbakır’da yapacağız... Bu yüzden “Ver elini Diyarbakır” dedim ve uçağa bindim... Sürpriz! İki “akil insan” çıktı karşıma: Kezban Hatemi ve Etyen Mahcupyan... İkisi de “Güneydoğu Bölgesi akil insanı”... Selamlaşıyoruz... “İlk temas için mi gidiyorsunuz” diyorum. “Evet” diyorlar... “Sizin işiniz kolay, Allah Ege ve Karadeniz Bölgesi akillerine sabır versin” diyorum... “Öyle deme” diyorlar, “Bizim işimiz kolay gibi görünüyor ama detaylarda zorluklar var”. Başlıyorlar detaylardaki zorluklardan söz etmeye: “Korucular meselesi var” diyorlar... “Kürt siyasi hareketinden sürece direnç gösterecek unsurlar çıkabilir” diyorlar... “Yine de bir Ege değil, bir Karadeniz değil sizin bölge” diyorum... “Kolay gelsin” demeyi ihmal etmeden.
*
GELİRKEN: Diyarbakır’da işlem tamam... Dönüş yolundayız... Uçakta yerimi almış durumdayım... Sürpriz! Uçağın kapısında aniden Ferhat Göçer beliriyor... Bir reklam filminde söylediği “Memleketim” şarkısı için söylemedik söz bırakmamışım... O da bana “it’li, köpek’li” cevap vermiş... Aramız fena halde limoni yani... Göz göze gelmiyoruz ama beni görünce vücut kimyasının bir anda değiştiğini, karşıki dağları yıkacak denli çektiği “of”tan anlıyorum... Yanındakine “Şu işe bak ya, şu işe bak ya” falan diyor, benim de işitebileceğim şekilde... Bense “ölü taklidi” yaparak durumu geçiştirmeye çalışıyorum... Neyse ki bir “durum” olmadan sağ salim varıyoruz İstanbul’a... Uçaktan iniyoruz, birbirimizden hızla ama büyük bir hızla uzaklaşarak...
CHP’yi eleştirmiyorum CHP’yi uyarıyorum
EY CHP...
Şöyle bir gerçek var:
- Bu kez tünelin ucunda aydınlık göründü gibi...
- Bu kez silahlar bırakılacak gibi...
- Bu kez 30 yıllık “PKK isyanı” sona erecek gibi...
- Bu kez barış gelecek gibi...
*
Ey CHP...
Başbakan Erdoğan tarihe, “Terör belasına son veren lider” olarak geçebileceğini gördü.
Bunu sizsiz başarabileceğini de fark etti.
- Bu yüzden başarıyı paylaşmak istemiyor.
- Bu yüzden sizi yanına bile yaklaştırmıyor.
- Bu yüzden sizi süreçten uzak tutuyor.
- Bu yüzden sizi MHP’nin yanına itiyor.
- Bu yüzden size “bilgi” bile vermiyor.
Kısacası...
Erdoğan, “Bu iş çözüm yoluna girdi, başarıya niye CHP’yi ortak edeyim” diye düşünüyor.
*
Ey CHP...
Maşallah siz de Başbakan Erdoğan’ın bu taktiği hayata geçirmesi için elinizden geleni fazlasıyla yapıyorsunuz.
Erdoğan sizi nereye itiyorsa, tam da oradasınız.
Sanki Erdoğan, kendi özel meselesini hallediyormuş gibi davranıyorsunuz.
“Bize bilgi vermiyor, biz de bu yüzden oynamıyoruz” diyorsunuz.
“O bizi istemiyorsa biz onu neden isteyelim” tarzı çocukça tutumlar içine giriyorsunuz.
Oyunu bozmak, stratejiyi delmek, taktiği boşa çıkarmak için hiçbir şey yapmıyorsunuz.
*
Ey CHP...
İzlediğiniz politikayla Başbakan Erdoğan’ı rahatsız ettiğinizi, olumsuz etkilediğinizi, bunalttığınızı falan düşünüyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz.
Şu anda izlediğiniz politika, tam da Erdoğan’ın sizden beklediği politikadır.
Erdoğan sizden acayip memnun...
İçinden “Tam istediğim kıvamdalar, umarım bir değişiklik yapmazlar” diye geçiriyor.
*
Ey CHP...
Hadi diyelim ki...
Demokrat olun, barışçı olun, çözüm yanlısı olun tavsiyelerine kulak vermiyorsunuz.
Bari “Başbakan Erdoğan’ın oyununa gelmeyin” tavsiyesine kulak verin.
PKK–Hizbullah: Olay çok ciddi
DİYARBAKIR’da BDP yetkilileriyle bir araya geldiğimde şunu gördüm:
Bugünlerde BDP’lilerin birinci meselesi İmralı, çekilme, Kandil, akil insanlar falan değil.
Birinci meseleleri “PKK/Hizbullah gerilimi”.
*
Dicle Üniversitesi’nde öğrenciler arasında çıkan basit bir afiş krizi, bir biçimde büyüdü ve iş PKK/Hizbullah çatışmasına dönüştü.
BDP’liler bu çatışmanın önüne geçmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
- Her iki tarafa da sükunet tavsiye ediyorlar.
- Yıkıcı ve taraflı bir dil kullanmaktan özenle kaçınıyorlar.
- Olayların üniversiteden Diyarbakır merkezine sıçramasından tedirgin oluyorlar.
- Başka üniversitelerde de benzer gerilimlerin yaşanmasından korkuyorlar.
*
Peki neden bu denli tedirginler?
İşte cevabı:
- 90’lardaki gibi Güneydoğu kentlerini yaşanmaz hale getiren bir PKK/Hizbullah çatışması istemiyorlar.
- Sürecin geldiği bu noktada patlayacak bir PKK/Hizbullah çatışmasının umutları karartacağını düşünüyorlar.
- Uzak bir tehlike gibi görünen, “PKK’dan doğan boşluğun Hizbullah tarafından doldurulması” tehlikesini şimdiden çok önemsiyorlar.
- Hizbullah olgusunun, süreci baltalamaya çalışan mihraklar tarafından kullanılabileceğinden endişe ediyorlar.
Paylaş