DESTEKÇİLERİ: Kapak olan liderin destekçileri, takımları gol atmış taraftar sevincine bürünerek karşı tarafa “bu da size kapak olsun” diye laf çakarlar.
KARŞITLARI: Karşı tarafın eli armut toplamıyor tabii... Onlar da “Kim bilir neyin karşılığı?” falan diyerek golü çıkarmaya çalışırlar.
DESTEKÇİLERİ: Sıra yeniden liderin destekçilerine gelmiştir... Sevinçli bir telaş içinde “kıskananlar çatlasın, kıskananlar çatlasın” sloganları... KARŞITLARI: İlk şoku atlatmaya başlayan karşı taraf artık daha yaratıcı: “Ne var kardeşim abartacak... O zaten her hafta Leman’a kapak oluyor” esprisi gelir gündeme...
DESTEKÇİLERİ: Destekçilerin sevinç gösterileri bütün hızıyla devam etmektedir: Bu kez “Time’a kapak oldu, size de kapak yaptı” cümlesi devrededir. KARŞITLARI: Toparlanma sürüyor: Birkaç hafta önce Berlusconi’nin Time’a kapak olmasını anımsatarak “Bu neyin işareti acaba?” sorusu sorulur.
DESTEKÇİLERİ: Hafiften savunma sporları: “Sizin desteklediğiniz lider Time’a kapak olsaydı, dünyayı ayağa kaldırırdınız... Yemeyin bizi”. KARŞITLARI: Time’ın daha önce kapak yaptığı isimler hakkında araştırma yapmanın verdiği güven duygusuyla: “Saddam da, Kaddafi de Time’a kapak olmuştu... Abartmayın”.
DESTEKÇİLERİ: Daha durun, daha durun... Sırada “The Economist” var... Usta, haftaya da ona kapak olur. KARŞITLARI: İyi ama siz “The Economist”i, seçimden önce “hain İngilizlerin dergisi” ilan etmemiş miydiniz?
Artısı ve eksisiyle Muharrem İnce
ARTISI: Ses tonu, telaffuzu, öfkesi, anlatım gücü yerli yerinde... EKSİSİ: Konularını çeşitlendirme gücü zayıf. ARTISI: Hem mücadeleci, hem cesur... EKSİSİ: Cesareti sürdürülebilir, mücadeleciliği istikrarlı değil. ARTISI: Duyguları galeyana getirebilme becerisi mükemmel... EKSİSİ: Sadece belli duyguları galeyana getirebiliyor. ARTISI: Sırtını bir güce yaslamadan konuşması gayet iyi... EKSİSİ: Hiç şaşırtmıyor. ARTISI: İyi yumruk atıyor... EKSİSİ: Hep aynı yere, hep aynı yerden yumruk atıyor.
İçişleri Bakanı acilen doktrine edilmeli
BİZ ne kadar söylersek söyleyelim, yeteri kadar etkili olamıyoruz. O zaman bu iş, AK Parti içinden birilerine düşüyor. Mesela AK Parti’nin ideolog isimlerinden Ömer Çelik ya da Yalçın Akdoğan bu işi gayet iyi yapabilirler. Mesela şöyle şeyler söyleyebilirler İçişleri Bakanı’na:
İdris Naim Bey... Soğuk Savaş bitti. “Komünizmle Mücadele Dernekleri” kapanalı bin yıl oluyor. 70’lerin Adalet Partisi’nde bile olmayan bu antikomünist heyecanı bırakın lütfen. Geçmişte düşünceyi suç kabul etmiş bir ülkenin bakanı olarak, geçmişteki suçlardan söz ederken en az iki kere düşünmelisiniz. Suçun kişisel olduğu meselesi de, tartışmasız bir şekilde aşılıp geçilmiştir. İnsanlar artık enişteleriyle, baldızlarıyla, kayınlarıyla, eltileriyle, biraderleriyle, görümceleriyle falan değerlendirilmiyorlar. “Kürt sorununu arıyorum, bulamıyorum” gibi cümleler de etmeyin. Biz bu sorunu aramadan bulmuş bir partiyiz. Liderimiz “Kürt sorunu vardır” demiş bir liderdir. Haklarında henüz yargı kararı bulunmayan kişiler hakkında “durun bakalım, buradan neler çıkacak neler” demek yerine, hiç olmazsa “konu adalete intikal etmiştir” gibi idare-i maslahatçı bir cümleyle yetinin...
Muhafazakârlar neden Suriye ile savaş istiyor
Irak savaşına büyük ölçüde itiraz ediyorlardı. Afganistan işgaline şiddetle karşı çıkıyorlardı. İran’ın tehdit edilmesine sinir oluyorlardı. Mısır’da tereddütleri vardı. Libya’da bile tereddütleri vardı. Fakat iş Suriye’ye gelince... İşin rengi bir anda değişiverdi. İslamcı-muhafazakâr yazarlar köşelerinden... “Savaşsa savaş” diyorlar. “Beşar gidene kadar” diyorlar. “Öncülüğü Türkiye yapmalı” diyorlar.
Peki neden? Cevap veriyorum... Şu yedi nedenden dolayı: BİR: Beşar’ın gitmesi halinde Müslüman Kardeşler’in Suriye’ye egemen olacağını düşünüyorlar. İKİ: Beşar’dan sonra gelecek olan yeni yönetimin İsrail’e karşı tutumunun daha sert olacağına inanıyorlar. ÜÇ: Beşar’ın gitmesinin ardından Ortadoğu’da Türkiye’nin nüfuz alanının yeniden genişleyeceğini düşünüyorlar. DÖRT: Beşar’dan sonra oluşacak Suriye yönetiminin İran için bir tehdit oluşturmayacağına inanıyorlar. BEŞ: Ahmet Davutoğlu’na sonuna kadar güveniyorlar. ALTI: Suriye’deki Baas-Nusayri iktidarının bir an önce son bulması gerektiğini düşünüyorlar. YEDİ: Türkiye’nin Suriye’ye yönelik tutumunun Batı’nın taşeronluğuyla bir ilgisi olmadığına inanıyorlar.
TRT muhabirini seyrederken utanmak
TÜRKİYE ’de yaşayan herkes, TRT’nin her dönemde iktidar destekçisi olduğunu ve bundan sonra da olmaya devam edeceğini bilir. Bu artık tartışılmaya bile değer bulunmayan bir veridir. Bu nedenle hiç kimse TRT’den yansız, tarafsız habercilik yapmasını beklemez. Ama fakat lakin... Eskiden bunun bir ölçüsü, bir kıvamı falan olurdu. “Ayıp olur” falan denirdi, bazı ince ayarlar yapılırdı, örtük bir destek verilirdi. En azından habere konu olan muktedire karşı “mesafeliymiş gibi” gözükmeye gayret edilirdi. Bugün görüyoruz ki: Ne mesafe kalmış, ne kıvam... Ne ayar kalmış, ne ölçü...
Ekranda TRT muhabiri Meral Tayanç var. Az sonra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’le bir röportaj yapacak. Başlıyor seyirciye Fatma Şahin’i anlatmaya: Öyle bir yıkama yağlama ki yağlanan yıkanan kişiyi utandırıp yerin dibine sokacak cinsten... Bir süre sonra Fatma Şahin geliyor muhabirin yanına... Muhabir Meral Tayanç daha da coşuyor: “Sayın bakanımız geldiler. Yine her zamanki gibi çok şık, çok zarif... Efendim hoş geldiniz. Müthişsiniz. Az önce gıyabınızda epeyce dedikodunuzu yaptık. Zarafetinizi, ne kadar iyi bir anne, ne kadar iyi bir eş olduğunuzu ve bu arada bütün şeyleri de özetlemeye çalıştım. Neredeyse bütün kanun tekliflerinizi, protokollerinizi ben anlatacaktım”.
Bunları dinlerken... Midem bulandı, başım döndü, ağzımda kekremsi bir tat oluştu... İnsanlığa olan saygımda müthiş bir azalma meydana geldi. Başkaları adına utanmanın ne demek olduğunu anladım. Kızardım, bozardım. Ve televizyonu bir hırsla “çat” diye kapattım.