Nevruz gecesi Diyarbakır sokaklarında bir tek polise bile rastlamamak, kentin ‘huzur başkenti’ olduğuna mı delalettir, yoksa işin içinde başka bir iş mi vardır? Karar veremedim...
Fuar Alanı’nda DEHAP’a göre 500 bin, sunucuya göre milyonlar, polise göre 200 bin, bazı gazetecilere göre 400 bin, bazı gazetecilere göre 150 bin, İbrahim Tatlıses’e göre 750 bin, gazetelerin İstanbul baskılarına göre 250 bin kişi vardı. Hem matematiği, hem de geometrisi zayıf olan zavallı bana gelince: İtiraf ediyorum bu konuda aciz kaldım.
Fuar Alanı’nda toplanan kalabalık, DEHAP’ın ‘Nevruz gösterisi’ için mi oradaydı, yoksa İbrahim Tatlıses ile Civan Haco’yu dinlemek için mi? Ya da şöyle soralım: Civan Haco ile Tatlıses’i devreden çıkarsak Nevruz alanı yine bu kadar kalabalık olur muydu? Net bir görüş oluşturamadım.
Coşkunun tavan yapması için adının anılması yeten Leyla Zana, ‘Kürt hareketinin lideri benim, hiçbir bağlantım ve bağım yok’ diyerek yeni bir hareket başlatsa, yine bu kadar ilgi görür mü? Yoksa Zana’ya gösterilen ilginin temelinde ‘Öcalan’ın ablasının elini öpmesi’ ve saygıda kusur etmesinin payı mı var? İnanın, ben bir sonuca ulaşamadım.
‘Leyla’ ile ‘Caney Caney’ adlı Kürtçe türkülerin, Türkçe versiyonları mı daha güzel, yoksa Demir Otel’in lobisinde sohbet ettiğimiz DEP eski milletvekili Ahmet Türk’ün öne sürdüğü gibi orijinalden şaşmamak mı gerekir? Kararsızım...
Yazar örgütleri olan Türk PEN’i ile Kürt PEN’inin Diyarbakır’da düzenlediği ‘ağır seminerler’de koltukların boş kalmasının nedeni, Kürtçe’ye duyulan ilgisizlik mi, yoksa edebiyata yönelik bir kayıtsızlık mı? Çözemedim.
Davetli olduğu halde Diyarbakır’a gitmeyen Orhan Pamuk’un yerine kitaplarını Kürtçe yazan Mehmet Uzun’un davet edilmesi doğru bir tercih mi? Ya da şöyle soralım: Mehmet Uzun, Orhan Pamuk’un boşluğunu doldurur mu? Kararsızım.
Nevruz törenlerinde çalan ‘Koma Çiya’ adlı müzik grubu mu ‘daha sıkı’, yoksa Ahmet Kaya’nın ‘Başım Belada’ adlı şarkısını çok parlak ve şahane şekilde yorumlayan ‘Agire Jiyan’ mı? Yine büyük bir kararsızlık hali...
Bazılarının iddia ettiği gibi Şivan Perver Diyarbakır’da konser verse, hava gerçekten apayrı mı olur? Yoksa ortada bir ‘Güneydoğu şehir efsanesi’ mi var? Bilemiyorum...
DEHAP’lı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin aldığı ‘Minibüslerde muavin uygulamasını yasaklama’ kararı nedeniyle DEHAP’lı belediyeye karşı ilk isyan hareketini başlatan ‘minibüs muavinleri’, aralarında örgütlenerek yeni bir toplumsal muhalefetin fitilini ateşler mi, yoksa bu iş baştan sönmeye mahkum bir girişim olarak kalır mı?
Diyarbakır’da kadın-erkek ilişkilerinde gözlemlediğim gelişme ve modernlik, ‘feodalitenin aldığı esaslı bir darbe’nin ürünü mü? Yoksa böyle bir şey yok da, benimki yüzeysel bir gözlemin sonucu mu? Karar veremedim.
Nevruz törenlerine katılarak zafer işareti yapan Norveç’in Ankara Büyükelçisi, bu davranışıyla Türk milliyetçiliğini tetiklediğinin farkında mı? Yoksa bir bilinçsizlik hali mi söz konusu? Büyükelçi’nin zeka kapasitesi gözlerine bakılarak ölçülemediğinden bu konu da çözülemedi...
Cerrah: Korkma rüyana girmem
GAZETECİLİK dediğin tuhaf ve cilveli bir meslektir.
Bir bakmışsın, hakkında ‘Görevden alınmalıdır’ diye ahkám kestiğin Emniyet Müdürü’yle, ‘Güneşin sofrasında, dostların arasında’ buluşuvermişsin.
Hadi bakalım, doğru tavrı koy da görelim:
‘Aşırı mesafeli’ davransan, hem yapay kaçar, hem de nezakete aykırı olur.
İlgide ileri gitsen, ‘Adamın arkasından neler yazdı, şimdi yüzüne karşı nasıl da yumuşadı’ derler.
Hele ‘Etraf tepkisine alabildiğine duyarlılık göstermek’ gibi hastalıklı bir tarafın varsa yandın!
İşte İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın Hürriyet’i ziyaretinde yenen öğle yemeğine böyle bir gerginlik içinde gittim.
Neyse ki Cerrah, yazdığım bir yazıya atıfta bulunarak ‘Korkma, rüyana girmem’ diye bir espriyle olaya girdi de gerginliğim bir parça yok oldu.
Ama işin asıl sevindirici tarafı şu: Cerrah özeleştirisini verdi ve ‘Bizde satış yok’ dedi.
Ardından da ekledi: ‘Bundan sonra iş yapmakla kalmayacağız, yaptığımız işi anlatma konusuna da özen göstereceğiz.’