Benim gözümde Mesut Yılmaz

GENÇ bir üniversite öğrencisiyken, "bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular" ile kendimi avuturdum.

12 Eylül sonrası sivil siyasete geçit verildiği günlerdi.

Gündelik politikaya burun kıvırıyordum ama yine de göz ucuyla takip etmekten de geri durmuyordum.

Özal’ı beğenmiyordum. Onun "kurulu düzen"e hafiften aykırı gidiyor gibi yapması bile beni etkilemiyordu.

Gençlik aksiliği işte!

Neyse...

İşte o günlerde "Dışişleri Bakanı" ve "Hükümet Sözcüsü" sıfatlarını taşıyan genç ama gençliğine rağmen müthiş bir ağırbaşlılık içinde olan adama, tamamen apolitik nedenlerle, yani tamamen insani duygularla yaklaşıyordum.

Gıpta ile karışık haset duygusuyla içimden şöyle geçiriyordum: "Ulan adam hem genç, hem de şehirli. Bir de en önemli makamı kapıvermiş!"

Ve "güçlü önsezi" ile o adama bir mim koymuştum:

Bundan bir şey olacak!

Ayrıca meydanın boş bırakıldığının farkındaydım.

Çünkü:

Mustafa Taşar’ı taşkın bir şakacı, Güneş Taner’i kibirli bir snop, Keçeciler’i fazla köylü, Kalemli’yi acayip renksiz, Akbulut’u kifayetsiz bir muhteris, Hasan Celal Güzel’i fazla hırslı bulurdum.

Kehanetim çıktı: Mesut Yılmaz hepsinin arasından sıyrıldı ve bir şey oldu!

* * *

Sonrasını hepimiz biliyoruz.

Ta 3 Kasım’a, yani o büyük sandık tasfiyesine kadar süren uzun, upuzun bir macera!

Bu uzun macera sayesinde onun her haline şahit olduk ve şimdi ulusça hepimiz "bir Mesut Yılmaz imgesi"ne sahibiz.

Peki o zaman politik hatıralarımıza dalıp sorumuzu soralım:

Kimdir Mesut Yılmaz?

Cevap fazlasıyla çeşitli olacaktır:

Kimimiz için "güvenilmezdir", kimimiz için "hemşeridir", kimimiz için "AB’ye çok emek vermiştir", kimimiz için "sahte demokrattır", kimimiz için "risk almayan bir korkaktır", kimimiz için "ANAP’ı eritmiştir", kimimiz için "entrikacıdır", kimimiz için "eskiyi hatırlatır", kimimiz için "hakkı yenmiştir", kimimiz için "oy almadan iktidar olmayı başaran bir politika ustasıdır"...

Gündelik politikayı hayatının hiçbir döneminde fazla ciddiye almamış benim gibi biri için ise, takdir edersiniz ki "İflah olmaz Mesut Yılmaz karşıtlığı" hiçbir zaman söz konusu olmamıştır.

Zor zamanda "demokratik çıkışlar" yapmıştır, takdir etmişimdir.

Sonra "geri adım" atmıştır, sinir olmuşumdur.

Ama hiçbir zaman kendimi Mesut Yılmaz’a karşı hissettiklerim üzerinden ifade etmemişimdir.

* * *

Ve bugün...

Mesut Yılmaz yine sahneye çıkmak istiyor.

Ve bir zamanlar "gıpta ile karışık haset duygusuyla yaklaştığım" bu adama şimdi müthiş bir "acıma" duygusuyla bakıyorum.

Acıma... Evet, kelimenin tam anlamıyla acıma.

Aslında hiç de fena şeyler söylemiyor:

Bir liberal sol rüzgar estirmek istiyor!

AKP’yi CHP muhalefeti ile baş başa bırakmamak istiyor!

AKP’den kuşku duyanlara "daha özgürlükçü" bir alternatif sunmak istiyor!

Ama ben yine de acıyorum.

Çünkü teorik olarak "doğru zemin"i yakalasa da şunun farkında değil:

Ulusumuz Mesut Yılmaz yorgunudur!

Ve bu yorgunluk, Mesut Yılmaz imgelerinin üzerini bir şal gibi örtmüştür.

Bu yüzden Yılmaz’ın "yeniden oyuncu olma çabası", bana acıklı bir çaba gibi geliyor.

Ve ne yalan söyleyeyim: Üzülüyorum!

İlahi İclal

İCLAL Aydın diyor ki:

"Ey Ahmet Hakan! Sen hiç gözbebeklerinin içine bakıp şarkılar söyleyen, numaradan ağlayıp sarılan, verdiğin kötü hediyelere çok sevinmiş gibi yapan, televizyondaki kadının taklidini yapan bir kadınla aşk yaşadın mı?"

İlahi İclal!

Ben sana ne diyeyim bilmem ki!

Sen adamı aşktan da, kadından da soğutursun vallahi!
Yazarın Tüm Yazıları