Ben nereden döndüm

‘Bir döneğin manifestosu’ diye başlıklar attım.

“Evet, ben bir döneğim, var mı diyeceğin?” diye meydanlar okudum.
“Tamam, döndüm ama bir sorun bakalım niye” diye içerledim.
Anlattım, yazdım, çizdim.
Hatta anlatmalara, yazmalara, çizmelere doyamadım.
Yani...
Tabiri caizse, dönekliğin çok ekmeğini yedim; tadını fazlasıyla çıkardım.
¡ ¡ ¡

Yeni yayın dönemi nedeniyle CNN Türk’ün ekran yüzlerini tanıtma şenlikleri kapsamında...
Geçen gece Mesut Yar’ın programına katıldım.
Ayşenur Arslan, Emin Çapa ve Nefise Karatay ile birlikte...
Program sırasında fark ettim ki...
Seyirciden benim için gelen soruların kahir ekseriyetinde “Ahmet Hakan nereden, nasıl döndü?” şeklinde idi.
Hay dilimde biten bin tüy!
Programdan çıktım.
Bağcılar- Nişantaşı yolunu hiç ‘molasız’ tamamlayıp gecenin bir yarısı eve geldim. El alışkanlığıyla Twitter’ı açtım.
Orada da aynı muhabbet:
“Ahmet Hakan neden döndüğünü açıklasın...”
¡ ¡ ¡
Bu soruna radikal bir çözüm olsun diye oturup ‘Ben nereden döndüm listesi’ çıkardım.
Bundan böyle, “Sen nereden nasıl döndün” diye soran olursa, “Al işte, buradan döndüm” diye bu listeyi vereceğim:
.......................................................
Eskiden ben bir ‘gettocu’ idim... Gettomun huzur ve selameti için kırılan kolların yen içinde kalabileceğine inanırdım. Döndüm ve artık bir gettom yok.
Eskiden İslam dininin kurallarıyla bir devlet düzeninin oluşturulabileceğine inanırdım. Döndüm ve artık İslami yönetimlerin İslam’a göre değil, o yönetimi oluşturan kişilerin İslam’dan anladığına göre oluşturulduğuna inanıyorum.
Eskiden hep ‘bizimkileri’ savunmaya ayarlı idim... Döndüm ve artık bana ait bir ‘bizimkiler’ yok.
Eskiden mektep taassubu içine girerdim. Döndüm ve artık hiçbir mektebi mübalağa etmiyorum.
Eskiden kendimi bir partinin, bir liderin, bir hizbin, bir grubun çizdiği sınırlar içinde özgür hissediyordum. Döndüm ve artık kendimi, kendimin çizdiği sınırlar içinde özgür hissediyorum.
Eskiden vicdanım bizim kampın mazlumları için daha fazla sızlardı. Döndüm ve artık vicdanım sızlarken bir kamp ayrımı yapmıyor.
Eskiden söylemek istediğim bazı şeyleri sadece bazı yerlerde ve kısık sesle söyleyebiliyordum. Döndüm ve artık istediğim her şeyi, her yerde ve gür bir sesle söyleyebiliyorum.
Eskiden mesleğimi yaparken adımın başına mutlaka bir sıfat konurdu ve ben buna ses edemezdim. Döndüm ve artık sıfatsızım.

CHP Türkiye’nin Baas partisi midir

Kemal Kılıçdaroğlu’na şöyle bir bakalım:
“Dünya Türk devleti” kurulsun mu diyor?
Neo-Osmanlı rüyaları mı görüyor?
Milliyetçiliğine sosyalist bir sos mu ekliyor?
Hep asık suratlı mı takılıyor?
Saraylarda mı yaşıyor?
Oğulları ellerinde makineli tüfeklerle mi dolaşıyor?
“Birlik / Hürriyet / Sosyalizm” diye bir slogan mı atıyor?
İktidara geldi de gitmek mi bilmiyor?
İsrail karşıtlığından yapıp ettiklerine meşruiyet mi çıkarıyor?

Söyleyeceğim şudur:
Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir politikacı için ‘acemi’ diyebilirsiniz, ‘tek taraflı beslenmiş’ diyebilirsiniz, ‘karizmatik değil’ diyebilirsiniz, ‘bu işi götüremeyecek galiba’ diyebilirsiniz, hatta ‘olmadı’ bile diyebilirsiniz.
Ama ‘Baasçı’ diyemezsiniz.

Bunlar da benim kısırdöngülerim

CHP’den umutlan / CHP’den umudu kes / CHP’den umutlan / CHP’den umudu kes...
Olmadı Bülent Arınç / Bravo Bülent Arınç / Olmadı Bülent Arınç / Bravo Bülent Arınç...
Ben imam-hatipteyken / Ben Atiye Sokak’tayken / Ben imam-hatipteyken / Ben Atiye Sokak’tayken...
Fehmi / Mümtazer / Fehmi / Mümtazer...

Not defterimden

Nişantaşı’nın bir tür ‘saklı bahçesi’ olan Park Hyatt Oteli’nin dingin bahçesinde akşam yemeği... Korkulmasın: Şatafatına oranla fiyatları makul bir yer... Korkarım buraya dadanacağım.
‘Kolombiyalı’ diye bir filme gittim. Son zamanlarda seyrettiğim en basmakalıp filmlerden biriydi. Yarısında çıktım.
Zor beğenen bir arkadaşım seyretmiş: Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ filmi muhteşemmiş... Merakla vizyona girmesini bekliyorum.
Mehmet Altan’ın son dönemde yazdığı yazılar, kolaylıkla ‘insana bakış açısı kazandıran yazılar’ kapsamına girebilir.
Keşke Mehmet Metiner durumu düzeltmek maksadıyla daha fazla konuşmasa... Çünkü o konuştukça, olan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın imajına oluyor.
Yeni hedefim: Agatha Christie’nin doğum günü olan 15 Eylül’de Pera Palas’taki Agatha odasında kalmak.
Bazıları yazılarında fazla ‘ben’ diyorsun diye eleştiriyorlar... Şöyle söyleyeyim: ‘Ben’ diyorsam ‘enaniyet’ten değil, zorunluluktan...
Sanırım haber objelerinin de ne kadar klas olurlarsa olsunlar bir ‘doyum noktası’ oluyor: Epeydir ortalıkta gözükmemesine rağmen Orhan Pamuk röportajı okuyamıyorum mesela. Elif Şafak’ın fotoğrafını gördüğümde bile geçiyorum. Fazıl Say isterse yeryüzünün en büyük skandalına imza atsın yine de ırgalayamıyor beni...
Şaka maka tam 10 yıl geçmiş 11 Eylül’ün üzerinden... Haber merkezinde birinci uçağın çarpmasını ‘kazadır’ diye yorumlarken ikinci uçak nasıl da çarpıvermişti İkiz Kuleler’e... Felsefeyi, kavramları, düşünme biçimini, dünyayı, Ortadoğu’yu, Filistin sorununu, ABD’yi yeniden düşünmemize yol açan ve yankısı hâlâ süren bir olaydır 11 Eylül...

Kusura bakmayın

Yeryüzünün hangi kanlı masallarını anlatırsanız anlatın...
Dünyanın hangi dehşetengiz senaryolarını yazarsanız yazın...
İstediğiniz kadar ‘terör örgütü’ deyin, istediğiniz kadar ‘silahlı’ deyin...
İsterseniz ortalığı bir deliller ve kanıtlar denizine dönüştürün.
İsterseniz bizim apartmanın kapısına bir ikna odası kurun.
Hiç fark etmez.
Kusura bakmayın ama ben henüz ‘bir numaralı sanığı Yalçın Küçük’ olan bir davaya inanacak kadar delirmedim.
Yazarın Tüm Yazıları