Paylaş
Biz milletçe “dış güçler” edebiyatına bayılıyoruz.
Biri “Bütün kararlar Amerika’da bilmem ne binasının 7. katında bir yemekte alındı” mı dedi?
Hemen üzerine atlıyoruz.
“İşte” diyoruz, “Demek ki olup bitenlerin hepsi yabancıların işiymiş”.
28 Şubat tartışmalarında gelinen son nokta da bu oldu.
Son günlerde 28 Şubat’ın bir “Amerikan-İsrail planı” olduğu konusunda ahkâm kesmek moda...
Oysa gerçekler basit ve yalındır:
- Toplumsal bir destek söz konusu olmasaydı Amerika istediği kadar bastırsın 28 Şubat olmazdı.
- Asker harekete geçmeseydi İsrail istediği kadar plan yapsın 28 Şubat olmazdı.
- Dönemin hükümeti güçsüz olmasaydı 7. katta istedikleri kadar toplansınlar, 28 Şubat olmazdı.
- Dönemin siyasetçileri siyasete müdahaleye karşı çıkabilselerdi yeryüzünün bütün ajanları toplansa bile 28 Şubat olmazdı.
- Medya çanak tutmak yerine dik dursaydı, Amerika ve İsrail istediği kadar çomak soksun, 28 Şubat olmazdı.
Amerika ve İsrail’in 28 Şubat’ta hiç mi rolü olmamıştır?
Tabii ki olmuştur.
Ama bu rol, “durumdan kendi işlerine yarayan sonuçlar” çıkarmaktan ibarettir.
Zemini siz hazırlarsınız, dış güçler de o zemin üzerinden birtakım numaralar çekerler.
Zemini hazırlayanı bir tarafa bırakıp, birtakım numaralar çekenleri işin asıl sorumlusu ilan etmek, sorumluluktan kaçıştan başka bir işe yaramaz.
Züleyha’nın türküleri
ZÜLFÜ Livaneli’nin şarkılarını 10 dilde yorumlamıştı.
Konseptin sınırlamasına rağmen iyi bir albümdü bu...
Ama yeni albüm başka...
Züleyha “ben’den” adını verdiği bu yeni albümünde Anadolu’da “kadınların yaktığı türküleri” seslendirmiş.
Seçtiği türküleri sevdim, albüm için harcadığı emeği takdir ettim, albüm kitapçığında yer alan Ara Güler fotoğraflarına bayıldım, albümün kadınlar tarafından üretilen keseler içinde satışa sunulmasını beğendim.
Ama hepsinden daha çok Züleyha’nın türkü söyleyiş biçimine hayran kaldım.
Türküler çoktandır bu kadar “efendice” seslendirilmemişti.
Otantiğe saygıda kusur işlememiş Züleyha...
Bir de şu var: Bağırmıyor, yerli yersiz çıkış yapmıyor Züleyha...
Bu da takdire şayan...
Gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
Ağar hapse girerken Mümtazer ne düşünüyor?
28 Şubat’ın elebaşıları yargılanırken Mümtazer Türköne, “intikam alınıyor, güzel oluyor” kabilinden bir yazı yazmıştı.
Peki aynı Mümtazer, acaba Mehmet Ağar hakkında verilen hapis cezasının onanması hakkında ne diyor?
“İntikam” diyor mu?
“İyi oldu” diyor mu?
“Ağar hak etmişti” diyor mu?
“İki sene yetmez” diyor mu?
Bilmek istiyoruz...
Mümtazer Türköne, “Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizdendir” cümlesi için burnundan kıl aldırmamıştı.
Belki Ağar vesilesiyle bir özeleştiri verir.
Fırtınada yapılacaklar
- Yeni Türkü’den “Bak işte yaklaşıyor fırtına / Bak yine yükseliyor dalgalar / Yıllardan sonra yollardan sonra” şarkısı dinlenir.
- “Kusursuz Fırtına” adlı film izlenir.
- Tıpkı Amerikan filmlerindeki gibi dışarıdaki sarımtırak havaya bakıp büyülenmiş bir edayla balkona doğru yürünür.
- Kopan “fırtına” için milli bir isim bulmaya çalışılır.
- Deprem uzmanlarının ardından ortaya çıkan fırtına uzmanlarından biri, “işte benim uzmanım” diye seçilir.
- “Fırtına anında neredeydin ve ne yapıyordun” sorusuna güzel ve etkileyici bir yanıt hazırlanır.
- Protesto gösterilerinde kullanılmak üzere “47 deniz mili yetmedi mi?” yazılı pankartlar hazırlanır.
Muhafazakâr sandığın muhafazakâr değildir
“Muhafazakâr sanat olmaz” dedim ya...
Soruyorlar bana:
“Sezai Karakoç’a, İsmet Özel’e, Necip Fazıl’a, Mimar Sinan’a, Fuzuli’ye ne diyeceksin?”
Ne diyeceğim?
Onlar muhafazakâr falan değildir diyeceğim tabii ki...
- Sezai Karakoç’un şiirleri, muhafazakâr sağcı şiirler değildir. Değiştirici, dönüştürücü, devrimci ve protestocu şiirlerdir.
- İsmet Özel solculuktan İslamcılığa döndükten sonra muhafazakâr sağcı şiirler yazmadı. Devrimci, dönüştürücü şiirler yazdı.
- Fuzuli muhafazakâr bir şair değildi. Döneminin dönüştürücü bir bilgesi olarak şiirler yazdı.
- Mustafa Kutlu’nun hikâyeleri, muhafazakâr sağcı hikâyeler değildir. İtirazı olan, protestosu olan, değişim isteyen hikâyelerdir.
- Mimar Sinan muhafazakâr bir mimar değildi. Çığır açan, parmak ısırtan, çılgın bir mimardı.
- Necip Fazıl muhafazakâr bir şair değildi... Döneminin muhafaza edilen her türlü unsuruna karşı bayrak açmıştı. Hem de delice...
Topbaş’ın yaptığını Erdoğan yapmamıştı
TAYYİP Erdoğan İstanbul’a belediye başkanı seçildiğinde bütün gözler Şehir Tiyatroları’na çevrilmişti.
“Şehir Tiyatroları’na ideolojik bir kılıf giydirecek mi?” diye endişeyle bekleniyordu.
Erdoğan endişeleri boşa çıkardı.
Sanatçılara müdahale etmedi.
Kültür İşleri Daire Başkanlığı görevine yetkin isimleri getirdi.
Şehir Tiyatroları, onun döneminde hem özgür, hem de başarılı oldu.
Şimdi görüyoruz ki Kadir Topbaş, Erdoğan döneminde yapılmayanı yapıyor ve Şehir Tiyatroları’na yapısal müdahalelerde bulunuyor.
Kendisine Tayyip Erdoğan dönemini örnek almasını tavsiye ediyorum.
Liderler ve otelleri
- TURGUT ÖZAL: Çırağan.
- TANSU ÇİLLER: The Marmara.
- BÜLENT ECEVİT: Devlet Konukevi.
- NECMETTİN ERBAKAN: Swissotel...
- MESUT YILMAZ: Conrad İstanbul...
- RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Rixos Hotels...
- ABDULLAH GÜL: Four Seasons Otel.
- SÜLEYMAN DEMİREL: Plaza Hotel...
- DEVLET BAHÇELİ: Topkapı Eresin Otel...
- KEMAL KILIÇDAROĞLU: Her türlü butik otel...
Paylaş