BAŞBAKAN Erdoğan nihayet yaklaşımını bütün açıklığıyla ortaya koydu.
Söylediğini şöyle özetlemek mümkün: “CHP ile BDP Meclis’e gelmeyecekmiş. Çok da ‘tın’ yani... İster gelsinler, ister gelmesinler. Biz yolumuza gider, işimize bakarız.” Demek ki neymiş? Ortada Başbakan açısından bir “kriz” falan yokmuş. Demek ki neymiş? Başbakan, içinde CHP’nin olmadığı bir Meclis’le de yeni Anayasa’yı yapabileceğine inanıyormuş. Demek ki neymiş? Başbakan, içinde BDP’nin olmadığı bir Meclis’le Kürt sorununu çözebileceğine inanıyormuş. Demek ki neymiş? “Seçilmiş” milletvekillerinin “kodeste” kalmasında Başbakan Erdoğan açısından bir beis, bir sakınca, bir sorun yokmuş. Demek ki neymiş? CHP ile BDP’ye “Hele siz bir Meclis’e gelin, sonra bakarız” denilirken, aslında bir tür “sallama” yapılıyormuş. Demek ki neymiş? Yeterli oyu alan bir adayın milletvekilliğinin düşürülmesi, onun yerine yeterli oyu alamayan adayın milletvekili yapılması, iktidar açısından gayet normalmiş. Demek ki neymiş? Bizim “sorun” olarak gördüğümüzü, Başbakan “sorun” olarak görmüyormuş. Eh, “koskoca” Başbakan... Ortada bir sorun görmüyorsa, her şey olağan seyrinde devam ediyormuş gibi yapıyorsa, Kürt sorununun alabileceği yeni boyut nedeniyle kaygılanmıyorsa, yeni Anayasa’nın selameti açısından herhangi bir endişe duymuyorsa, ortaya çıkan bölünmüş Meclis tablosundan rahatsız olmuyorsa... Bu durumda benim gibi “gariban” bir köşe yazarının... “Eyvah” demesi, “ah vah” demesi, “memleket elden gidecek” diye kaygılanması, “çok kötü şeyler olacak” diye korkması, “sağduyu” çağrısında bulunmasından daha komik ve daha boş bir şey olabilir mi? Olup biteceklerin “bir numaralı” sorumlusu olan şahıs mutlu ise, bana da mutlu olmak düşer. Haberiniz olsun: Ben artık keyfime bakıyorum.
CHP’ye ‘oradan’ değil ‘buradan’ vuruyorum
BEN CHP’ye “Neden yemin etmiyorsunuz? Neden Haberal ve Balbay’ı satışa getirmiyorsunuz? Neden hiçbir şey olmamış gibi yapmıyorsunuz?” diyenlerden değilim. Ben CHP’ye şunları söyleyenlerdenim: Balbay ve Haberal’ı aday gösterirken başınıza bunların gelebileceğini hesap ederek neden esaslı bir plan oluşturmadınız? Neden seçimden önce en yetkili ağızlarınız, “Direnişe geçeriz” demek yerine “Yargının vereceği karara uyarız” dedi. Yemin etmemek ve Meclis çalışmalarına katılmamak gibi çok ciddi bir “eylem planı”, bir günde oluşturulur mu? Neden bu konuda daha önce hiç kafa yormadınız? Milletvekillerinin tahliyelerini sağlayacak formüllerin, ta en başta elinizde olması gerekmez miydi? Bir yandan “mazlum” imajı verip, bir yandan da İsa Gök adlı milletvekiliniz aracılığıyla “AKP’ye diz çöktüreceğiz” mesajı vermek de neyin nesi? Ergenekon davasında yargılanan bazı sanıkların suçsuzluğuna inanmak başka şey, topyekûn bir davayı “boş” ilan etmek başka şey... “Bizim amacımız bütün Ergenekon sanıklarının salıverilmesidir” mesajı vermek de neyin nesi? İsa Gök bir şey söyler, Oktay Ekşi başka şey söyler... Gürsel Tekin bir şey söyler, Süheyl Batum başka bir şey söyler... Dilleriniz bir şey söyler, kulisleriniz başka bir şey söyler... Ne zaman bitecek bu tarumar haliniz.
Haberal için, Balbay için değer mi diyenlere
CHP’ye dönüpdiyorlar ki: Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay... Altı üstü iki Ergenekoncu... Bu iki kişinin tahliye edilmesini sağlamak için bunca şamataya ne gerek var? Değer mi hiç, değer mi? Mehmet Haberal ya da Mustafa Balbay için bunca şamataya değer mi değmez mi bilmiyorum ama benim bildiğim bir şey var: Eğer doğru ya da yanlış bu iki isim, aday gösterilmiş ve seçilmeleri sağlanmış ise... Değer mi, değmez mi diye bakılmaz gayri... Satışa getirmemek, dik durmak ve hele ortada bir haksızlık varsa o haksızlığın üstüne üstüne gitmek yiğitliğin şanındandır. Kuzu gibi kabullenmek, etkili bir çıkış yapmamak, sarsıcı bir yaklaşım ortaya koymamak ise tam bir zillet halidir. Zillet ise ademoğluna da, ademkızına da hiç ama hiç yakışmaz.
Yerim senin yasanı
SÖZCÜ gazetesindeki haberin başlığı aynen şöyle: “Meclis’e türbanla girmek isteyenler Şafak Pavey Hanım’ı biraz örnek alsınlar.” Haberin altında ise şu ifadeler yer alıyor: “CHP’li Şafak Pavey, kazada kaybettiği kol ve bacağının yerine protez takılı olduğu için pantolon giymeyi tercih ediyor. Ama kadınların Meclis’e pantolonla girmesi yasak... Pavey, yasağı çiğnemedi. Ona uymayı seçti. Etek giyip Meclis’e girdi. Böylece kıyafet tartışması yapanlara ders verdi.” Bakar mısınız şu yasa ve yasak kutsayıcılığına... Sanki “gökten inmiş yasalar” söz konusu... Oysa yalın gerçek şudur: Yasalar ve yasaklar, insanların mutluluğu ve huzuru için vardır. Pantolon giymek zorunda kalan protez bacaklı bir kadına etek giydiren yasanın da, yasağın da canı cehenneme...
Türkiye’de yaşanır
Çünkü günün her saati mutlaka açık yer bulunur. Çünkü pahalısı olan her şeyin ucuzu da vardır. Çünkü krizlerin en derinleştiği anlarda bile mutlaka eğlenceli konular çıkar. Çünkü şık, güzel, tedirgin etmeyen bir kaosa sahiptir.
Abdullah Gül bu işi neden çözemez?
ÇÖZEMEZ çünkü: Başbakan Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “krizi çözen adam” payesini vermez. Çözemez çünkü: Başbakan Tayyip Erdoğan durumu bir “kriz” olarak görmüyor. Hatta durumdan hayli hoşnut görünüyor. Çözemez çünkü: Başbakan Tayyip Erdoğan, kendisini “ikna edilmesi gereken iki taraftan biri” konumuna düşürmek istemez. Çözemez çünkü: Başbakan Tayyip Erdoğan, ortada “çözülmesi gereken bir sorun” olduğuna inanmıyor.
Hayali değil gerçek bir diyalog
Ayşe Özyılmazel ile Ali Taran evleniyormuş. Bana ne? Ama aralarında büyük yaş farkı varmış. Sana ne? İyi ama Ayşe’nin babası da kendisinden çok küçük biriyle evlenmişti. Kime ne? Peki şuna ne diyeceksin: “Damat” ile Kayınpeder” aynı yaşta... Yine bana ne? Yine sana ne? Yine kime ne? Of! Çok sıkıcısın.