Başbakan ‘Cesaret Ödülü’nü iade etmesin

DÜNYADAKİ tüm Yahudiler, İsrail devletinin uyguladığı tüm politikaların koşulsuz destekçisi midirler?

Haberin Devamı

İsrail devletinin uyguladığı politikalardan, dünyadaki tüm Yahudileri sorumlu tutabilir miyiz?
Diyebilirsiniz ki:
“Ama dünyadaki tüm Yahudilerin İsrail devleti ile gönül bağı var. Buna ne dersin?”
Ne diyeceğim?
Hemen iki tane soru sorarım:
Mesela... “Daha dün bir Alman radyosuna konuşan İshak Alaton’un, ‘İsrail hükümeti yanlış yolda’ demesini nasıl açıklarsınız?” diye sorarım.
Mesela... “Yahudi kökenli şair Roni Margulies’in İsrail’in varlığına bile karşı çıkması hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorarım.

Ayrıca...
Velev ki dünyadaki tüm Yahudilerin İsrail devleti ile gönül bağı olsun.
Bu durum, dünyadaki tüm Yahudilerin İsrail devletinin uyguladığı her politikaya gönülden destek verdikleri anlamına gelir mi?
İsrail devletini yönetenlerin aldıkları her karar, dünyanın bütün Yahudileri tarafından test edilip onaylanıyor mu?
Eğer böyleyse...
İsrail’in uyguladığı bazı politikalara, İsrail’in içinde bile muhalefet edilmesini nasıl açıklayacağız.

Haberin Devamı

Yani diyeceğim o ki:
2004 yılında Amerika’daki Musevi derneklerinden “Cesaret Madalyası” alan Başbakan Tayyip Erdoğan’a “Sen önce o madalyayı iade et” diyenler, “İsrail” ile “Yahudi” arasında ayrım yapmayı beceremeyenlerdir.
“İsrail” ile “Yahudi” arasında ayrım yapmayanların hangi türden cesaret madalyalarını hak ettikleri konusuna ise girmek istemiyorum.

Mutlandırıyor beni

Ne zaman Fehmi Koru’nun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün uçağıyla bir yerlere gittiğini görsem acayip mutlu oluyorum.
İçim huzurla doluyor. Basbayağı keyifleniyorum.

Neden mi?
Şu iki basit nedenden dolayı:
BİR: Devletin en üst makamına seçilmiş olan Abdullah Gül’ün, eski bir arkadaşına karşı dinmeyen bir vefa duygusuyla hareket etmiş olmasından dolayı...
İKİ: İktidarın bir uçağına binemeyen Fehmi Koru’nun, iktidarın bir başka uçağını sığınacak bir liman haline getirebilmesinden dolayı...

Yoksa aşka karşı bir direniş mi başlıyor

“Aşk insanoğlunun en büyük hastalıklarından biri... Aşk diye bir şey yoktur. Tabiata aykırıdır. Buna rağmen ‘Aşk’ı yazan bile var”.
Küçük İskender–Şair.
“Romantik değilim. Çünkü romantizm kolayca faşizme dönüşebilir. Hitler de romantik idi”.
Emin Çapa-CNN Türk Ekonomi Müdürü.
“Aşk hafif bir uyuşturucudur”.  Michel Reynaud–Psikiyatrist.

Haberin Devamı

Kıvanç’ın macerası bir tür ‘Ferit’ macerası

Tarık Akan’ın “bıyıksız” günlerindeki adıydı Ferit.
“Ferit” şöyle bir şeydi:
Uzun saçlıydı / İspanyol paça pantolonlar giyerdi / Gülşen Bubikoğlu ile didişirdi / Çok kibar değildi ama sonuçta İstanbul çocuğuydu / Dünya gailesi pek yoktu / Çapkındı / İdeolojik bir bagaja sahip değildi / Kovalandıkça kaçardı / Ateşböceğiydi...
Ama sonuçta “sade suya tirit” idi Ferit...
Kartpostal çocuğuydu / Yüzeyseldi / Hayatın gerçeklerine uzaktı / Bırakın sosyali, bir içeriği bile yoktu / Masalsıydı / Bebek yüzlüydü / Sertlik nedir bilmezdi / Sağcı da değildi, solcu da...
Sonra bir şey oldu, iyi bir şey:
“Kartpostal Ferit” gitti, yerine “sosyal içerikli Tarık” geldi.
“Sosyal içerikli Tarık” şöyle bir şeydi: Pos bıyıklı / Kalın kaşlı / Yüzünde dağlı bir anlatım olan / Yaban / Sert / Süper gerçekçi / Süper politik...

Haberin Devamı

Belki henüz erken ama ben yine de kayıtlara geçsin istiyorum:
Kıvanç Tatlıtuğ var ya...
Sanırım o da “kartpostaldan sosyal içeriğe” doğru giden bir maceranın tam ortasında!
“Yalılarda geçen televizyon dizisine iliştirilmiş bir manken” olmaktan çıkıyor, her kılığa girebilen süper gerçekçi oyunculuğuyla göz dolduruyor.

Mayolu gerilla

BİRGÜN gazetesi manşetten diyor ki:
“Bodrum’a siz gidiyorsunuz da Kürtler neden gidemesin”.
Sanki “Kürtler Bodrum’a gidemez” diyen varmış gibi...
Sanki mesele buymuş gibi...

Mesele şudur:
Sen eline taş alıp Diyarbakır sokaklarında gerilla tiyatrosuna oyunculuk yapacaksın. Diyarbakır’ın gariban çocuklarına gaz verip dağlara çıkmalarına teşvikçi olacaksın...
Bu tiyatroyu bitirdiğin anda da...
Soluğu Bodrum’da alıp “mayolu gerilla” haline dönüşeceksin.
Konu çarpıtılmasın lütfen.
İtiraz edilen budur. En azından benim itiraz ettiğim budur.

Haberin Devamı

Yeniden seyrettiğimde aynı tadı vermeyen film

İMAM hatipteydim. Orta kısmında... Bir gün okulu kırıp sinemaya gittim. (“Senin ne olacağın o zamandan belliymiş” cümlesini işitir gibiyim.)
“Yangın Kulesi” diye bir film...
Filmde Paul Newman var, Steve McQueen var, Faye Dunaway var, Robert Wagner var... Richard Chamberlain var... Fred Astaire var... Hatta O. J. Simpson bile var...
Hani film tanıtımlarında kullanılan “yıldızlar geçidi” diye bir klişe vardır ya... İşte tam da ondan...
Nasıl heyecanla seyretmiştim filmi. Nasıl kaptırmıştım kendimi...
Nasıl doyamamıştım.

Yıllar sonra DVD reyonlarını dolaşırken bir eski dostla karşılaşmış gibi karşılaştım “Yangın Kulesi” filmiyle...
Hırsla aldım filmi...
Eve koştum. Filmi izledim.
Sonuç: Tam bir hayal kırıklığı...
İlk izlediğimde duyduğum heyecanın kıyısına bile varamadım.
Keşke...
Bıraksaydım da tadı damağımda kalsaydı.

Yazarın Tüm Yazıları